Geçen hafta “Acı Reçete” ile ilgili olumlu, olumsuz geri dönüşler aldım. Başım üstüne, herkes aynı fikirde olmak zorunda değil. Gözlem yapma, muhakeme yeteneklerimiz var. Kiminde az gelişmiştir, bazıları ise sürekli geliştirme arzusu içindedir. Gayret ve çabam ikinci şıkta olanlardan olmaktır.
Acı Reçete’de ülkemizi ekonomik yönden sarsan bir iki uygulamadan bahsetmiştim. Bu kadar yükün altından her babayiğit kalkamaz, kim gelse yapacağı başka bir şey yok aynısını yapardı diye yazmıştım. Hükümet öyle uygulamalara başladı ki neredeyse dokunulmadık kimse kalmadı, artan vergi oranlarından, harçlardan, zamlardan herkes nasibini alacak gibi.
İnsan sormadan duramıyor “Bize ne oldu da bu hale geldik?” Çok değil yakın zamana kadar bir elimiz yağda, bir elimiz balda idi. Gıda maddelerinin bin bir çeşidi bol ve ucuz olarak piyasalarda arzı endam ederken bugün yanına yanaşamıyoruz.
Hiç bitmeyecekmiş gibi davranarak yemediğimiz nimetleri çöpe atıp, zerre vicdan yapmadık. Açık büfe saçmalığını neredeyse ülkenin en ücra köşesine kadar yaygınlaştırarak israfı normalleştirdik. Bir sezon bile giymediklerimizi çöpe attık, az insafı olanlar da giysi kumbaralarına attı. Ne oldu bizim yıllardır giydiğimiz giysilere, ayakkabılara? Lazım olur düşüncesiyle temizleyip sakladıklarımız vardı, çöp oldu, yok oldu hepsi. Zenginiz ya, millet olarak uçtuk ya, saklamaya ne gerek var, yenisini al, kısa süre kullan at, bir daha al.
Evlerimizi beğenmedik, daha büyük ve lüksünü aldık, site, villa, çiftlik derken abarttık, alabildiğine borçlandık. Bir yetmedi, oğlana, kıza, torunlara bile mülk aldık. Arabalarımızı onarıp kullanmayı unuttuk, sıfırlama yarışına girdik. Her evde neredeyse ehliyeti olan herkes otomobil sahibi oldu. Araba sevdası öyle abartıldı ki millet yüze aldı iki yüze sattı, üç yüze aldı beş yüze sattı, kimse ne dur dedi ne de bir düzene sokalım dedi. Haliyle inanılmaz bir haksız kazanç oluştu, bu oluşan kazançtan en başta kaybeden de devlet ve piyasalar oldu.
Al sat işi bir yere kadar, aslolan üretmekti, üretimin olmadığı yerde gün gelir duvara toslarsınız. Ekip biçmeyi unuttuk, ne buğdaya güç yetiyor ne de ete. Ekip biçecek, malı, davarı çekip çevirecek adam kalmadı. İthalat cazip, dışarıdan malı getiren kazanıyor, içeride ki de nesine gerek temiz temiz sofrasına geliyor, neden çeksin ki o pisliği? Öyle değil işte, en başta biz maddi olarak zengin bir millet değiliz, kaynaklarımız kıt, ihtiyaçlarımız devasa. Kıt kaynaklarla dünyanın en gelişmiş ülkeleri arasına girmiş örnekler var. Çalışıp üretmezsek, hangi kaynaktan gelirse gelsin “elsen gelen öğün olmaz”.
Kamu da tasarruf tedbirleri uygulanacakmış, umarım göstermelik olmaz, gerçekten uygulanır. Yoksa neredeyse her makam sahibinin altına son model araba verme, lüks tefriş edilmiş makam odalarına oturtma, huzur hakkıydı, temsildi, karşılamaydı, bir kişinin yapacağı işi beş kişiye yaptırma, yanlış personel çalıştırma ve ücret dengesizlikleri ve diğer sayamadığımız bir sürü gereksizlikler yüzünden yapılan inanılmaz masraflar ve oluşan kaos bu ülkeyi perişan edecek. Saltanat sürme hastalığı koca Osmanlıyı batırdı, Allah korusun bizi de batırmasın.
Ülke olarak ağır bir darboğazdan geçerken canı yanacaklarda olacak mutlaka. Önemli olan ülkemizin selamete çıkmasıdır. Hiçbir çözüm önerisinde bulunmayanların ortamı bulandırmalarına fırsat verilmeden; iktidar, yapılan zamları, değiştirilen vergi oranlarını, artan harçları ve gelişmeleri şeffaflık içinde öyle anlatmalı ki tabandan tavana herkes kabullenip, uyabilmeli.
Bize ne oldu, neden bu haller düştük sorusuna verebileceğimiz en güzel cevap: “Hayal dünyasından gerçek hayata hoş geldiniz”