Mehmet Akif´in "İkiyüzlüleri sever oldum, çünkü yaşadıkça yirmi yüzlü insanlar görmeye başladım." sözü toplumun ahvali açısından acı bir serzeniştir. Lâkin merhum Akif bu günlerde yaşıyor olsaydı; bu rakamı acaba kaça çıkaracaktı. Modern dünyada kazanma ve yükselme arzusu, insani ve ahlaki değerleri yerle yeksan etmektedir. Mütelezziz sohbeti olan insanlar azalmakta, bunun yerine kafasında kırk tilki dolaştırıp kuyruklarını birbirine değdirmeyen insan modelleri toplumun öncüleri olmaktadır.
Nadanların öncü olduğu yerde sözler maglata (mugalata) hükmündedir. Bunun manası ise boş ve manasız kelam demektir. Zihni yanıltmak için söylenen saçma sapan söz demektir. İşte bu durumda sözlerin hükmü eğilip bükülünce karmaşık bir vaziyet ortaya çıkmaktadır. Çünkü roller değişmiş ve hadis-i şerifte buyrulduğu gibi ?ayak baş, baş da ayak olduğunda korkun? denilen ortam temayüz etmiştir. Yapılan hatalardan nedamet duymak yerine, bilakis hakkaniyet ve hikmet adına yapıldığı ikrar edilen bu dönemlerde; ilim ve irfan dairesinde kitabi bir hayat yaşayanlar daima yedek beklemektedir. Bu, gerek siyasette ve gerekse idarede dansözler ve oynaşlarının rakkaslara taş çıkaracak şekilde dönmelerinden kaynaklanmaktadır. Siyasilerin en sevdiği tipler kendilerine en çok göbek atan memur ve bürokratlardır. Vakurlu duruşlarıyla işlerine bakan çalışanlar, siyasilerin teveccühü ile pek muhatap olmazlar. Çünkü bunun geri dönüşünde de sıkıntı ihtimali doğacaktır. Sen benim sırtımı kaşı ben de senin sırtını kaşıyayım mantığı vakurlu memurlara sökmeyen bir anlayıştır. Bu nedenle etrafımıza baktığımızda Ziya Paşa´nın şu beyitine muhatap olmamak imkânsız gibi...
?Ne günlere kaldık ey Gâzi Hünkâr,
Katır mühürdâr oldu, eşek defterdâr!? Bu ahval insanların devletine ve devletin görevlilerine olan güvenini sarsmakta ve bunun getirisi olarakta milletin meselelerine bigâne kalınmaya sebep olmaktadır. Elbetteki bu memleketin mazisinden ders çıkarıp istikbalde muaffak olacak planlar yapan milletin evlatları yok değil. Ancak bunların oldukça az olması ve kritik noktalarda vazife almaması asıl önemsenmesi gereken noktadır.
Mefkûre ufku yerine ihale çantası taşıyan siyasiler ile bir üst koltukta dönmenin hayalini kuran memur ve bürokratlar arasında büyük bir rabıta olduğunu herkesin bilmesi gerekiyor. Vizyon çapsızlığı paçalarından dökülen bu zevat, manevra kabiliyeti dolayısıyla şu aziz milletin temsilcisi, devletin mümtaz (!) vazifelisi ve eğitim camiasının münevver (!) bekçileri haline gelmektedir. Ancak bunların unvanları asla karekterlerine değer katamaz. Kalibreleri ve kaliteleri kendisini hemen ele verir. Bulundukları makamdan ve görevden muvakkat bir süreliğine bir paye kazanabilirler; lakin niyetlerindeki o vizyon çapsızlığı kalıcıdır. İşte bu durumu yine Ziya Paşa mükemmel bir şekilde ifade etmiştir.
"Bed-asla necâbet mi verir hiç üniforma
Zer-dûz palan vursan eşek yine eşektir"
(Kötü asıllı ?soysuz) birine üniforma soyluluk mu verir; eşeğe altın işlemeli semer vursan yine eşektir.)
Geçen hafta yaşadığım bir hadiseyi kısaca aktarmak istiyorum. Bir ortamda oturuyorken yüksek bir vazife icra eden bir abimiz kendisine doğrudan yahut dolaylı bağlı olan iki kişi hakkında bir kıyas yaptı. Ben o iki kişiyi de oldukça iyi tanıyorum. Adamlardan biri yazımızın başlığına birebir uyan tam bir dansöz karakterli. Diğeri ise ortalama işinde gücünde olan eksiklikleri olsa bile doğru düzgün bir adam.
Abimiz bu dansöz kılıklı kişi ile alakalı dediki: "Ya sevmediğimiz kişiler bazen sevdiğimiz arkadaşlarımızdan bize daha fazla hürmet göstermektedirler. Örneğin falanca kişi şu bir yıl içerisinde beni dört-beş kere ziyaret etti ve her defasında da benimle alakalı çok güzel sözler söyledi. İşlerimi çok iyi yaptığımı ve bu göreve çok iyi yakıştığımdan bahsetti. Diğer arkadaşımız ise bir kere geldi, bununla birlikte bir rapor hazırlamış ve raporda bazı işlerin iyi gitmediğinden bahsetmiş dedi." Ve arkasından kendi düşüncelerini şöyle ifade etti: "Şimdi biz birinci kişiyi sevmeyiz ve onunla alakalı olumsuz düşüncelerimiz oldukça fazla. İkinci kişiyi de severiz ve bizim arkadaşımızdır; ama baktığın vakit aralarında büyük fark var. Diğeri daha düzgün bizi överken, kendi arkadaşımız eksikliklerimizle alakalı bir rapor hazırlamış ve bize sunuyor. Şimdi ne diyeceksin bu duruma." Abimizin bu düşünce yapısı, hakikati zihninde ve fikrinde bitirdiğinin en önemli göstergesidir. Bu cümleyi kullanır kullanmaz aklımda işte bugün yazdığım şu yazının genel teması belirdi. Ve kendisine şunu söyledim: ?O dostuna seni yağlamadı ve yıkanmadı diye sitem edeceğine şimdi gidip helallik istemen ve gözlerinden öpmen gerekir.?
Değerli dostlar sadece dansözler hatalı değil, onlara bu ortamı hazırlayan oynaşları da en az dansözler kadar vebal altındadır. Göz boyama sanatının mükemmel bir şekilde icra edildiği günleri yaşıyoruz maalesef. Hâlbuki bizim medeniyetimizin dili dansözlük ve oynaşlık dili değildir. Bilakis kemal-i edeb dilidir. Ağırbaşlılık ve düzgün karakter dilidir.
Allah bizi iyilerle karşılaştırsın...