Maalesef yabancılaşıyoruz. Evvela inancımıza, itikadımıza, tarihimize, toplumumuzu bir arada tutan değerlerimize, ailemize ve kendimize? Bu saydıklarımızın gidebileceği her nere ise o nispette yabancılaşıyoruz.
Yabancılaşırken de hem faydalı hem de faydasız kazanımlar elde ediyoruz. Faydasız avantajların kazanım olup olmadığı konusu tartışma açacak bir cümle gibi gözükebilir, ancak durumun değerlendirilmesi muvakkat gözle nazar edildiğinden aslen faydasız olarak tanımlanan soyut ve somut her şey, kazanım olarak ortaya çıkabilir. Faydalı kazanımın en iyisi ise amorti niteliğindedir. O an kaybetmediğimiz dolayısıyla duyduğumuz sevinç, kötünün iyisi olarak kazanım gibi kandırma tahtasına hem de güzel harflerle yazılmaktadır. Bu da yabancılaştıran sistemin kurduğu ve devam etmesi için büyük mücadele verdiği toplumların gözlerini boyama yönteminden biridir. Hâlbuki bu millet sağlam temellerle bugüne gelen asaletine dayanarak karşılaştırmasını iki gününün müsaviliğinden ispatlaması gerekmektedir.
Kaybettiklerimizin maddi değerinin fazla bir önemi yoktur. Çünkü toplumun yabancılaşmasında maddi değerlerin kaybının tesiri manevi değerlere oranla konuşulmaya bile kıymet görülmeyecek ölçüde azdır. Önemli olmakla birlikte maddi düzenimizden çok manevi düzenimizin yıpranışına, zedelenmesine ve yavaş yavaş yok edilmesine karşı tedbirler almalıyız. Her tedbir evvela fertle başlar.
Yabancılaşma, gözümüzü açtığımız andan itibaren karşı karşıya kaldığımız en büyük tehlikelerden biridir. Küreselleşme adı altında bizlere sunulan ve özellikle kültürel noktada mühim nimetler gibi gösterilen ve çoğu kez önemsiz olan her sunum, kesinlikle yabancılaşmayı tetiklemekte ve hızlandırmaktadır. Özellikle bu en önemli yöntemleridir. Toplumda büyük yankılar uyandırmayacak adımlarla istedikleri sonuca ulaşma hedefindedirler. Aksi takdirde uyuyan devi uyandırabilirler ki, bunun meydana gelmemesi için bir elmasçının taşı işlemesi gibi hassas davranmaktadırlar. Şayet küresel anlamda bir paylaşım söz konusu olacaksa eşit şartlarda davranılması gerekmektedir. Kültürler ekonomik, askerî veya siyasi şartlara göre gündemde tutulursa bugün olduğu gibi hep güçlü devletlerin diğer kültürleri etkilemesi söz konusu olacaktır. Hâlbuki yıllardır kültürel etkileşim yaşanmakta ve devam etmektedir. Özellikle uluslararası ticaretin gelişmesiyle hızlanan etkileşim olağan ve doğal etkileşimdir. Bunu misyonerlik tavırları ve yöntemleriyle birilerine dikte etmek ise kabul edilebilir davranış değildir. Küreselleşme olağan ve doğal bir olayın planlanmış arka yüzüdür. Bunun için hayatımızın hiçbir evresinde yabancılaştıran faktörlere karşı tedbiri elden bırakıp gaflete düşmemeliyiz. Bu hastalık elma kurdu gibidir. Bir kasa elmanın içine bir tane kurtlu elma girerse belli bir süre sonra tüm kasa yenmeyecek duruma gelir ve zayi olur.
Dil bir kültürdür. Dili layıkıyla kullanmak olağanüstü bir iş yapmak değildir. Olağan iştir. Bilakis dili layıkıyla kullanmamak olağanüstü bir durumdur. Yabancılaştıran unsurların en çok kullandıkları cephe dildir. Dilde bozulma başladığı an gerisi gelir. Çünkü dil ulusal bağları güçlendiren en önemli unsurlardan biridir. Birlik olmanın düsturu ve geçmişle gelecek arasında kurulan köprünün ayaklarıdır. Korkutucu gelişmeler dil terkinden hareket alanı bulur. Sonra bu durum konuşma kültürüne sirayet eder. Sonra sırasıyla devam eder durur. Sonra bir bakılır ki müzikte yabancılaşma, kültürde yabancılaşma, hitapta yabancılaşma, sevgide yabancılaşma ve ahlakta yabancılaşma?
Bugün bizi biz yapan, iyi günümüzde, kötü günümüzde sevincimizi ve üzüntümüzü ifade eden türkülerimizin ayrılmazı, türkülerimizin anlattığı ifadeyi ve durumu bazen daha coşkulu ve bazen daha yanık bir şekilde yansıtan sazı çalmak oldukça alaturka, yani geleneksel, yani rağbet edilmeyen ve hatta bazen aşağılayıcı durumda gözükürken, bu duyguları hissedilir anlamda anlatmayan aktarmayan beste ve çalgılar modernlik olarak yorumlanmaktadır. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Bu tespit hayatın resimlerinden alınmıştır. Çünkü kültürel eşitlik yoktur. Batı, saz çalmıyorsa mühim bir musiki aleti değildir anlayışı sergilenmektedir. Saz aleti ise burada sadece bir örnektir, amacımızın parçası değildir. İşte bu yorum içine girenlerin hayatlarında yabancılaşma etkin ve baskın durumdadır. Dünyaya açılmaktan korkmayacağız, ancak özümüzden de kopmayacağız. Bizi seven böyle sevsin.
Kaybettiklerimizi kazandıklarımızla kıyas ettiğimiz zaman tabloyu yorumlamak maalesef hiç de kolay olmayacaktır. Şimdi karşılaştırmayı kalemin ucunda, kâğıdın üzerinde meydanın ortasında yapalım.
Mevlâna´yı kaybettik?
Hümanizmi kazandık?
?Komşusu açken tok yatan bizden değildir? anlayışını kaybettik?
Kapitalizmle ?kazanmak için her yol mubahtır? anlayışını kazandık?
Asım´ın neslini kaybettik?
Milenyum gençliğini kazandık?
Mücadeleyi kaybettik?
Rahat (!) yaşamayı kazandık?
Üretmeyi kaybettik?
Tüketmeyi kazandık?
Bize ait olmayan ancak zorla kabul ettirilmeye çalışılan ve anlamlandırmakta zorlandığımız adına modern hayat dedikleri bu karmaşa ve kargaşa içerisinde:
Neleri kaybettik?
Neleri kazandık?
Doğru bir tanedir. Zorluk ve kolaylık durumuna göre doğrudan ödün verilemez. Yabancılaşma kimi toplumlar için övünç meselesi olabilir. Örneğin Batı medeniyetinden Türk-İslam medeniyetine iltica eden biri için yabancılaşma bir övünç meselesidir. Ancak buradaki yabancılaşma eski alışkanlıkları terk etme ve yeni bir şeye başlama anlamında kullanılmıştır. Bizim karşı çıktığımız yabancılaşma ise bozulmadır. Yabancılaşmaya karşı alacağımız önemli tedbirlerden birisi de özden ödün vermemektir. Hangi şartlarda olunursa olunsun çizgiden sapmadan yürümek gerekir. Kanatlarından başka uzuvlarıyla uçmaya gayret eden kuşlar kendilerine ait olan özelliklerini asla kullanamazlar ve bu meyanda yapacakları gayretleri beyhude olacaktır.
Dünya değişiyor, gelişim ve gelişimlere ayak uydurmak lazım diyerek yaptığımız tahribatın farkına varamadığımız her an, gelecek neslin temeline dinamit döşemektedir. Herkese merhaba demeliyiz, ancak herkesin merhabasının bizimki kadar saf olmadığını aklımızdan çıkarmamalıyız.