Bakınız dünya vatandaşlığı kavramının salt kelimelerini bile tahlil ettiğimizde karşımıza ne deni çirkeflik çıkacaktır. Biz dünya kelimesini yaşadığımız arz ve ahiret yurdu olarak ikiye ayırırız. Bu dünyada ektiklerimizi diğer dünyada biçeceğimize iman ederiz. Onun için doğruluk, adalet, merhamet vb, kavramları kabul eder ve bunlar için yaşar veya ölürüz. Gerektiğinde bu dünyada çileyi ve üzüntüyü göze alarak diğer âlem için gayret ederiz. O halde, ben hangi dünyayı sizinle bir tutacağım. Benim dünyayı anlamlandırdığım hangi değerim ve hayalim sizinki ile uyuşmaktadır. El cevap hiçbiri. Dünya ile anlatacaklarımız bununla yeterli değil, lakin birde vatandaşlık kelimesini ele alalım. İşte burada daha da tehlikeli bir durum karşımıza çıkmaktadır. Biz öteden beri vatanımızı hep cihatla, gazilik ve şehitlik gibi yüce şanla kazanmış ve muhafaza etmişiz. O halde bu dünyayı vatan olarak kabul etmemiz için cihan hâkimiyeti ile hareket etmemiz gerekir. Peki, dünya vatandaşlığını öngörenler bizim nizam-ı âlem anlayışımızı kabul edebilecekler mi? Tabi ki hayır. Zira biz bu vatanın bayrağı ne olacak, dili ne olacak, toplumun değerleri ne olacak diyeceğiz. Zaten asıl neden bu anlayışımızı törpüleyip, yerine allı güllü kavramlar ile bizi küheylandan midilliye çevirmektir.
Unutulmasın ve tarihe not düşülsün ki, dünya vatandaşlığı kavramı siyonizmin ve ırkçı emperyalizmin yeni dönemdeki evrimleşmiş en önemli maskeli projesidir. Bunun içeriği de en az bu kadar vicdanı ve maneviyatı ölçüsüzce tahrip edecek cinsiyet eşitliği, bireysel özgürlüğün her alana yayılması gibi kavramlar ile doldurulacaktır. Kimse bu konuda barışçıl nutuklarla felsefe yapmaya kalkmasın. Bunun felsefesini yapanlar, daha önce dinlerarası diyalog denilen paçavrayı bize pazarlıyordu.
O halde bizim vatanımızda, vatandaşlığız da bellidir. Bayrağımızda ve kutsalımızda bellidir. Değerlerimiz için ne denli mücadele ettiğimiz kavramlarımızda bellidir. Bir gün tüm dünyayı fethedersek o zaman dünya vatandaşlığını kabullenebiliriz? Vesselam?
Bitti?