24.10.2022 Tarihinde SİVAS İRADE GAZETESİNDE, yayınlanan bu başlıklı değerlendirme yazıma kadim Dostum Hamit Naci Sobay bir değerlendirme yazısı ile cevap vermiş. Sizler takdim ediyorum. Tarihe kayıt düşsün istedim. Kendisinden ALLAH razı olsun hafızalarından silinmeyen hatıralar ile bizi, O, yıllara götürdü. Bana ailemi tekrar hatırlattı. Ailemden rahmetli olanlara dua etti. O günlerde, tüm olumsuzluklara rağmen, ne kadar mutlu ve huzurlu olduğumuzun altını çizdi. Bu yazıyı tekrardan yayınlamamın sebebi yakın zamanda vefat eden abim BEKİR ARSLAN bu yazıda anlatılan kahramanlardan birisi idi.
HAMİT NACİ SOBAY DEĞERLENDİRMESİ;
"Ayrılık yaman kelime "''Bir çocuğun, taşlarını ezbere bildiği sokağından, kendi evleriymiş gibi kapısını çalıp, salçalı Ekmeği alıp yediği komşularından, sokakta, bahçede top oynadığı arkadaşlarından. Terleyip yüzünü yıkayıp şu içtiği çeşmeden, daha çiçeğini dökmeden eriğini yedikleri ağaçtan, ellerini, yüzlerini siyaha boyayan kara duttan, her gün evinin sokağında oynayan çocuk seslerinden bunalıp; " Yeter artık, gidin başka yerde oynayın." Diye bağıran sinirli dededen, kalemi önce dudağında ıslatıp veresiye defterine yazan bakkal amcadan, yanından biraz çekinerek geçtikleri karabaştan, ellerinde "elif cüzleri" ile camiye okumaya gittikleri arkadaşlarından, ayrılıp çok uzaklara gitmesi ne demektir bilir misiniz?
Belki annesinden babasından, kardeşlerinden ayrılıp, bilmediği bir şehre giden bir çocuğun yaşadığı duygular anlatılabilir mı? Kelimeler bu duyguları ifade edebilir mi? Şairin dediği gibi" Bir yer var biliyorum, epeyce yaklaşmışım, duyuyorum, anlatamıyorum." İşte ben, Çocuk yaşta ayrılıklar bazen, insanî duyguları ( Özlem, hüzün, isyan, sabır, kararlılık cesaret, metanet, sevgi, bağlılık, vefa, merhamet, yardımlaşma, arkadaşlık, dostluk ...) yoğun bir şekilde yaşamasına, erken olgunlaşmasına yol açabilir. Ayrılık, daha güzel, daha hayırlı olana ulaşmanın da kapısıdır. Ayrılık olmadan vuslat olur mu? Ayrılık benim için, güzel arkadaşlıklara, vefalı dostluklara, medeniyetimizin iki güzel şehrinde,(Sivas, Erzurum) güzel insanların arasında çok iyi eğitim ve kültür ortamlarına açılan yolun başlangıcı oldu. Köyüm Alacaatlı ilkokulunun 4. sınıftan 5'e geçince babam, ilçemiz Sındırgı'da okumamı istedi. Sındırgı'da tek katlı ahşap bir evin bodrumunda tabanı toprak, tavanı tahta, mutfağı olmayan bir odada kaldım. Bazen ninem bazen da ablam kalırdı benimle. 11 yaşındaydım. Çocuk yaşta yalnız yaşamayı, ihtiyaçlarımı karşılamayı öğrendim. İmam-Hatip okulu yatılı sınavını kazandım. Öğretmenlerim bundan memnun olmadı. Onlar, öğretmen okuluna gitmemi istiyorlardı. İmtihan kazandı belgesinde "Sivas İmam-Hatip Okulu" yazıyordu.
Aslında, bu kadar uzak bir şehirde okuyacağım ne benim ne de ailemin aklına gelmemişti. Ailem Veli çavuşlar, köyün itibarlı bir ailesiydi. Ayrılık günü yaklaştıkça, evimiz her gün dost, akraba ve komşu ziyaretleriyle dolup taşıyordu. Annem, babamın askerlik bavuluna eşyalarımı gözyaşlarıyla yerleştirdi. Annem, gurbet üzerine " Beşik dağının arkası gurbettir oğlum." Derdi. Büyük bir kalabalık uğurladı beni . Vedalaşırken hemen herkes ceplerime para koyuyordu. Ailemden küçük yaştan itibaren ayrı yaşadım; ama, asla alışamadım. Uzun bir otobüs yolculuğundan sonra Sivas'a geldik.
Okul Müdürümüz Numan Kurukafa idi (Allah rahmet eylesin) Okula kaydımı Md yrd. Merhum Selçuk Eraydın yaptı.1966 yılında, imam-hatip Okulunda yatılı öğrenci olarak okumak için babamla Sivas'a gelmiştik.
Ayakkabı almak için bir dükkana girdik. Babam selam verdi. Dükkan sahibi başka bir müşteri ilgileniyordu. Babam " çocuğa kışlık ayakkabı bakıyoruz" dedi. Dükkan sahibi, babamın selamını duymadı herhalde ki, "önce selâm, sonra kelâm" dediğini hiç unutmam.
Okulumuza, farklı şehirlerden öğrenciler, yatılı olarak okumak için gelmişti; Balıkesir, Bursa, Bilecik, Eskişehir, Ankara, Çankırı, Yozgat, Erzurum, Malatya, Elazığ, Ordu, Samsung, Giresun, Trabzon, Kayseri, Amasya, Çorum, Tokat...İlk gün, sarışın bir çocuk " Hadi gezmeye gidek la " Deyip kolumdan çekiştiriyordu. Ben üzgün bir sesle; "Gitmek istemiyorum" dedim. Bu çocuk, benimle ilk konuşan, tanışan arkadaşım, Amasya'lı Mecit Yılmaz'dı.
Beni Fransızca sınıfına yazmışlardı. O sınıfta, esmer, hareketli bir çocuk vardı. Zaman içinde onunla arkadaş olduk. Ben ne kadar sakin o, o kadar hareketli bir çocuk. Teneffüslerde koşuyor, arkadaşlarına şakalar yapıyor, şarkılar söylüyor; okulda, mahallelerinde futbol oynuyor; işte Orhan Arslan isminde bir arkadaş idi.
Sivaslı gündüzlü olarak okuyordu. Ben ve Orhan...
Ben hikmet az konuşan, sakin, üzgün. Teneffüslerde bahçenin bir köşesinde, aynı bölgeden gelmiş çocuklarla buluşup dertleşiyoruz. Farklı karakterli bu iki çocuk, Orhan ve ben zamanla arkadaş ve dost oluyoruz. Orhan, benimle ve merhum Kâmil'le daha yakından ilgileniyor. Ailesi Sivaslı olduğu için Orhan gündüzlü okuyor, ben ve Kâmil yatılı öğrencileriz. Orhan, bir süre sonra bizi evlerine götürüyor; babasıyla, annesiyle, abileriyle tanıştırıyor. Hafta sonları bazen kendi evlerine, bazen da abilerinin evlerine götürüyor. Artık Orhan'ın ailesi bizim de ailemiz olmuştu. Orhanların, şeritlerin okuyucudan geçerek iki makaraya sarılarak çalışan büyük bir teypleri vardı. O günlerin türkülerini, şarkılarını dinlerdik. Ailesinden ayrı, çok uzaklarda, gurbette yaşayan iki çocuğa evlerini, gönüllerini açtılar, aile sıcaklığını yaşattılar. Bize evci kartı çıkarttılar, bunun ne demek olduğunu, ne kadar değerli olduğunu ancak aile hasreti çeken on iki, on üç yaşlarındaki çocuklar bilir. Rabbim onlardan razı olsun.
Okulun ilk yıllarından başlayarak inançlarımızla alay eden, bizleri aşağılayıcı ifadeler kullanan, tehdit eden öğretmenlere sessiz kalmadık, boyun eğmedik , birlikte tavır koyduk; bazen ayağa kalkmadık, bazen tahtaya çıkmadık, dersine girmeyerek öğretmeni boykot ettik. Birinci sınıfta Türkçe dersimize giren İlhan adında bir öğretmen vardı. Sınıfta bizlere hakaret etti. Sonra okuldan başka okula verdiler...Okulun lise birinci sınıfındaydık (1970), Merhum Mustafa Bilgi'nin şehadeti üzerine bize "Sizin de sonunuz böyle olacak" Diyen, Kuran harfleriyle alay eden, bir derste "Sizi de pencereden atarlar" Diyerek Dursun Önkuzu'yu işaret eden cebir geometri öğretmeninin derslerine girdiği iki şube öğrencileri boykot kararı alıp derslerine girmedik. Belki bu, imam hatip tarihinde bir öğretmene yapılan ilk boykot olabilir. Yatılı okuyan sekiz arkadaşımız başka şehirlere sürgün edildi. Diğerler öğrenciler 5-15 gün uzaklaştırma cezası aldık.
Merhum Erbakan bir akşam Sivas'a gelişinde Sivas halkı ile beraber İmam Hatip okulu öğrencileri olarak bizler de yollara dökülmüştük. Orhan'la beraber istasyon caddesinde, Esen sinemasında "Mücahit Erbakan" diye hançeremiz yırtılırcasına haykırmıştık. Gece yarısı okula dönerken artık her birimiz birer küçük mücahittik...
Dilimizde, merhum Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in "Yol onun, varlık onun gerisi hep angarya yüzüstü çok süründün ayağa kalk Sakarya." Mısralarını yüksek sesle okuyor; heyecan ve sevinçle uçarcasına yürüyorduk.0kul bitip Sivas'tan ayrılıncaya kadar, Orhan'ın ailesinin benim üzerimdeki şefkati, koruyuculuğu devam etti. Sivas İmam Hatip okulu her alanda iddialı idi. Okullar arası bilgi yarışmaları, güreş müsabakaları, folklor yarışmaları, Münazara ve şiir okuma yarışmaları, kros, futbol, voleybol karşılaşmalarında şehir ve bölge birincilikle ile okulumuza olan aidiyet duygumuzu pekiştiriyordu. Bazı çevrelerin küçümseyip, aşağılayıcı, alaycı bakışlarına, sözlerine muhatap olsak da İmam Hatipli olmanın gurur ve şerefini daima taşıdık. Orhan aynı zamanda sporcu birisi idi.
Üniversitede başarımız karşısında hangi okuldan mezun olduğumuzu soran bazı hocalarımıza, İmam Hatip okulu mezunu olduğumuzu söylediğimizde onların beklemedikleri bu cevap karşısında şaşkın ve üzüntülü halleri görmek bizim için ayrı bir mutluluktu. İmam Hatip Okulundan sonra Üniversite sınavında çok yüksek puanlar almama rağmen istediğim üniversitelerin istediğim bölümlerine kayıt yaptıramadım, kabul edilmedim, diğer İmam hatipli arkadaşlarım gibi. Rahmetli Rektör Kemal Bıyıkoğlu'nun imanı ve cesareti ile Erzurum Üniversitesine kabul edildik. İşletme Fakültesine kayıt yaptırdım. 2. Yurtta kalmaya başladım. O yıl, MTTB teşkilatı olarak , üniversiteden başlattığımız "Veto 'ya veto" yürüyüşü yaptık. Bir yıl sonra dostum Orhan, İslami İlimler fakültesine kayıt yaptırdı. Yolumuz Erzurum'da bir kere daha kesişti. 2. Yurtta kalmaya başladı. O, her zamanki gibi, heyecanlı, hararetli. MTTB'nin düzenlediği konferanslarda ( Özellikle Necip Fazıl), mitinglerde düzenleyiciler arasında, afişleme çalışmalarında, konferansa davet edilenleri karşılama ve uğurlamada hep aktif olarak bulunurdu. Öğrencilik yıllarında ve öğretmenlik yaptığı yıllarda aşkını, heyecanını, azmini ve asla umudunu yitirmeden mücadele etti.
Halen, şahsi hiçbir beklentisi olmadan hasbi olarak mücadelesini sürdürüyor. O yıllarda yurtlarda istenmeyen olaylar oldu. Bu olayları Fethullah Gülenin Altın Nesil konferansı daha ileri noktalara taşıdı. Orhan, yurttan ayrılmadı. Arkadaşları ile beraber her türlü riski göze alarak, direnerek MTTB'nin varlığını yurtlarda devam ettirdiler. Fakültelerimizi bitirdik, farklı şehirlerde öğretmen olarak görev yaptık.
Orhan, öğretmenliğinde ve diğer görevlerde öğrenciliğinde olduğu gibi inançları uğruna mücadele etmeye devam etti. Onun için "Hayat, iman ve aksiyon" Demektir. Bulunduğu her görevde gençlerle, öğrencileriyle yakından ilgilenmek onların her türlü ihtiyacını karşılamak için çaba göstermek, onları yönlendirmek, motive etmekten asla geri kalmadı. Artık öğrencileri Türkiye'nin her yerinde çeşitli görevlerdedir. Hâla onları arar, onlar da hocalarını arar. O, dostlarını arar, sorar, ziyaret eder. O, bir kere dost olduysa hep dostunuzdur. Böyle dostlar, dostlar başına... Orhan ile İrtibatımız hep devam etti. Ben ihmal etsem de; Orhan beni asla ihmal etmedi. O benim kadîm ve aziz dostum. Ona ve ailesine şükran borçluyum. Yıllar önce, Bursa'daki ikamet ettikleri zaman Anne ve babasını ziyaret etmek nasip oldu. Abilerini ve ailelerini minnetle andım. Rabbim onlardan razı olsun, ölenlerin mekanları cennet olsun, makamları âlî olsun. Balıkesir, 16 Kasım 2022''
H. Naci Sobay; “Memleketinden yüzlerce kilometre uzakta, 12 yaşlarında iki çocuğa (Ben ve merhum Kamil) aile sıcaklığını yaşatan Arslan ailesinin büyük oğlu, bizim de Bekir abimizdi. Arslan ailesinden Allah razı olsun. Bu gün vefat haberini aldığım Bekir abime Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet, makamı âlî olsun. Rabbim, merhametiyle muamele etsin. Arslan ailesine ve sevenlerine sabrı cemil niyaz ediyorum...''
Bu değerlendirme yazısını bana Dostum Naci Bey gönderdikten sonra, ben Bursa' da olduğum için, Kitap Fuarının açılışına gittim. Dinleyici koltuklarında otururken, yanımda biz yaşlarda bir arkadaş, benim elimdeki kitaplardan dolayı ilgisini çekmiş olacak ki, sohbet etme ihtiyacını hissetti. Ben de icabet ettim. Kendisine nereli olduğunu sorunca Mustafa Kemal Paşalı olduğunu söyledi. Ben de hemen bir gün önce Naci Bey dostumun yazısında bahsettiği rahmetli olan Kamil arkadaşımızı sordum. Uzun bir sohbetten sonra ailesini ve rahmetli Kamili hatırladı. Bu kadar tevafuk olabilir. Birlikte Kamil için rahmet okuduk, dua ettik...
Tabi benim içimi bir hüzün kapladı. Kamil kardeşimizin, Allah mekanını CENNET eylesin...
Bu vesile ile bir kez daha, Bursa’da vefat eden abim BEKİR ARSLAN'I bir kez daha rahmetle anıyoruz... Mekanı CENNET olsun...
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?