On yıl oldu sanırım Amin Maalouf’un Arapların Gözünden Haçlı Seferleri kitabını ilk okumam. Bu kitap yalnızca tarih meraklıları için değil, bugünü ve bu coğrafyada bulunma nedenimizi anlamak isteyen herkes için adeta bir başucu eseridir. Kitap, 11. ve 12. yüzyılda Haçlı Seferleri'nin Orta Doğu'daki Müslüman halklar üzerindeki etkilerini, bölgenin siyasi ve sosyal yapısını tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Tarihi, tarafsız ve derinlemesine anlatan Maalouf, bölgeyi yöneten Türk atabeyliklerinin ve diğer yerel unsurların hem başarılarını hem de zayıflıklarını çarpıcı bir şekilde işlerken, tarihten bugüne bir köprü kurmayı başarıyor, Araplardan ziyade Türkleri anlatıyor.
Amin Maalouf Lübnan asıllı, dedelerinin Osmanlı olduğunu inkar etmeyen, şimdi Fransa’da yaşayan bir Arap. Kendini tek bir dine veya milliyete ait olarak tanımlamak yerine, farklı kültürlerin ve inançların bir sentezi olarak görür. Bu durum, onun eserlerine de yansır ve okuyuculara farklı perspektiflerden bakma imkânı sunar. Arapların Gözünden Haçlı Seferleri kitabı bu özelliğiyle okuyuculara, Orta Doğu’nun karmaşık tarihine dair dengeli ve kapsamlı bir bakış sunuyor.
Eser sadece tarihsel olayları değil, bugünkü Orta Doğu’nun köklerini de anlamaya ışık tutuyor. Kitap, bölge insanlarının bir araya gelmekteki zafiyetlerini, dış güçlerin müdahalelerine karşı zayıf reflekslerini ve bu durumun yol açtığı acı sonuçları okuyucusuna anlatıyor. Öyle ki, bin yıl önceki Arap beyliklerinin işgalci Haçlılara hediye gönderme gibi davranışları, bugün de bölge ülkelerinin dış müdahaleler karşısında sergiledikleri iş birliklerini ve çatışma eksenindeki yaşanan çelişkileri hatırlatıyor. Tarihin bu acı döngüsü, bugünün Suriye’sinde de farklı şekillerde kendini gösteriyor.
Kitabın Türk tarihine olan bakış açısı ise ayrıca dikkat çekici. Tuğrul Bey, Alp Arslan, Melikşah, Nureddin Zengi, Selahattin Eyyubi, Kılıç Arslan, Dukak, İlgazi, Börü gibi dönemin Türk liderlerini bir yabancının gözlemleriyle okumak, bize tarihimizde gözümüzden kaçan ya da kaçırılan ayrıntıları anlamanın önemine işaret ediyor. Türklerin, Anadolu’dan önce Ortadoğu’da kurduğu siyasi ve askeri denge, İslam dünyasında oynadığı kritik rol ve zamanla bu coğrafyadan çekildikten sonra bölgenin kaosa sürüklenmesi, adeta tarihin bize bıraktığı bir ders niteliğinde.
Bugün Suriye’de yaşanan krizler, kitabın anlatımıyla bin yıl önceki tabloyu neredeyse birebir yansıtıyor. Bir yanda dış müdahaleler, diğer yanda bölgesel aktörlerin birbirleriyle mücadeleleri… Suriye’nin bir bataklığa dönüşmesi, tarihsel anlamda bir kez daha dış güçler ve yerel unsurlar arasındaki uyumsuzluğu gözler önüne seriyor. Maalouf, kitabında Türklerin bu coğrafyaya yardım edişini, İslam dünyasının parçalanmışlığı karşısında onların birleştirici güç oluşunu detaylı bir şekilde anlatıyor. Bugün de Türkiye’nin bölgede oynadığı rol, tarihsel bağlamda bir devamlılık olarak rahatlıkla okunabilir.
Kitap, sadece bir tarih anlatısı değil, aynı zamanda bugünün politik hamlelerini anlamaya da rehber niteliğinde. Maalouf’un aktardığı şekilde, geçmişte politik çıkarların din gibi kutsal değerleri nasıl araçsallaştırdığı, bugünkü mücadelelerde de pek çok açıdan geçerliliğini koruyor. Bu noktada insan ister istemez şunu soruyor: Bin yıl önce olduğu gibi, Türklerin müdahalesi olmasa, bu coğrafyada nasıl bir tabloyla karşılaşırdık?
Gazze, Suriye bizim kanayan yaramız. Sadece komşuluk değil, Anadolu’dan önce vatanımız olan topraklardır. Savaştan önce iki defa gezdim; Suriye’yi, Halep’in Gaziantep’ten farkı yoktu, o kadar bizden ve yine o kadar bize yakındı. Ancak zalim Esed o güzelim şehirleri harap, halkını perişan etti. Önce Halep, ardından Hama, Humus ve nihayet Şam’a ulaşan mücahitlerin zaferlerini büyük bir coşku ve sevinçle izledim. Halep Kalesi’ne dikilen bayrağımız, düşmanları büyük hüsrana uğrattı, kahretti. Babasının putları teker teker yıkılırken, Beşar Esed alçağı erken davrandı ve çareyi kaçmakta buldu. Onca mazlumun ahının yerde kalmayacağına, hesabının sorulacağına yürekten inanıyorum.
Maalouf’un kalemiyle bin yıl öncesine uzanarak bugünün Orta Doğu’sunu ve Türklerin bu bölgedeki tarihsel rolünü anlamak, benim için son derece anlamlıydı. Dün olduğu gibi bugün de Türkler, bu coğrafyada üzerlerine düşeni yapmaya devam ediyor. Coğrafyamızın karmaşık yapısını, geçmişteki mücadeleleri ve bu mücadelelerden çıkarılabilecek dersleri tüm açıklığıyla ortaya koyan bu eseri, vakti ve ilgisi olan herkese tavsiye ederim.
Coğrafyamız, milletler, mücadeleler ve alınması gereken dersler…
Gölgemiz altında bulunan beldelere sükûnet ve düzenin hâkim olsun temennisiyle, Milletimiz var olsun.