USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

FELAKETLERİN ARDINDAKİ DERİN ÇÖKÜŞ

27-01-2025

Ülke olarak o kadar çok felaket yaşadık ki, artık her biri bir öncekini unutturuyor. Son olarak bir otel yangını... 78 can kaybı… Bir kez daha aynı hikâye ve birbirini suçlayan taraflar…

Türkiye’nin kronikleşmiş yönetim zafiyetleri ve toplumsal hayatın işleyişindeki aksaklıklar, bu kez alevlerin arasında gün yüzüne çıktı. Felaketin ardından suçlular aranıyor, istifalar konuşuluyor, kısa ömürlü kamuoyu tepkileri yükseliyor. Ancak asıl konuşmamız gereken konular ısrarla göz ardı ediliyor.

Otelin işletme ruhsatını veren belediye, özel idare ya da ilgili bakanlık, yangını önleyebilir miydi? Büyük ihtimalle hayır. Çünkü yapılan denetimler Türkiye’de yıllardır bir prosedürden ibaret. Evraklar tamamlanır, imzalar atılır, mesele kapanır. Ancak bu imzaların arkasında yatan denetim eksikliği, kâr hırsıyla insan hayatını hiçe sayan zihniyet ve kirli ilişkiler sarmalı, yangının alevlerinden daha yıkıcı bir tablo ortaya koyuyor.

Ağır bürokrasi, hantallık ve kayırmacılık üçgeninde sıkışmış bu sistem, ne yazık ki topluma hizmet etmekten uzak. Kâğıt üstünde denetimlerin yapıldığı ama gerçekte sorumlulukların savsaklandığı bir düzen içinde yaşıyoruz. Bunun sağ görüşü, sol görüşü yok; herkes birbirini hem de çok saygısızca suçluyor, ancak kimsede sistemin neden bu hale geldiğini tartışmıyor, ıslahı ile ilgili kafa yormuyor.

Bugün hâlâ bir otelin yangın alarmını kontrol etmeyen zihniyeti suçlayıp, asıl problemi görmezden geliyoruz: denetim ve adalet mekanizmalarının çürümüşlüğü. “İstifa etsinler” deniliyor. Etsinler. Ancak Ali gider, Veli gelir; sistem aynı kalır. İsimlerin değil, sistemin sorunlu olduğunu, değişmesi gerektiğini anlamadıkça, bu felaketlerin tekrar yaşanması kaçınılmaz.

Türkiye’nin yönetim anlayışını değiştirmek ve bürokrasiyi küçültmek zorundayız. Hakim devlet anlayışından hadim devlet anlayışına geçmek, şeffaf ve etkin bir denetim sistemi kurmak, insan hayatını kâr hırsından üstün tutan bir anlayışı benimsemek artık ertelenemez bir sorumluluktur.

Bir diğer önemli konu ise, yaşanan felaketlerde ülkemiz medyasının durumu, kontrolsüzlüğü ve sorumsuzluğudur. Medya öylesine bir kurguyla halkı manipüle ediyor ki, en acı olayları bile adeta bir film izler gibi seyrediyoruz. İlk birkaç gün, olayın şokuyla küçük bir kesim tepki gösteriyor ve suçluların cezalandırılmasını talep ediyor. Ancak birkaç gün sonra, yeni bir gündem ortaya atılıyor ve yaşanan trajediler bir köşede unutuluyor. Daha da acısı, toplum olarak en büyük felaketleri bile sıradanlaştırmış olmamız. Her geçen gün duyarsızlaşıyoruz ya da bilinçli bir şekilde duyarsızlaştırılıyoruz.

Kamuoyu baskısının sürekliliği olmadığı için, sorumlu kişiler bu tepkileri “boş medya gürültüsü” olarak algılıyor ve önemsemiyor. Onlar da biliyor ki, kısa süre sonra yeni bir gündemle kamuoyu meşgul edilecek. Geleneksel medyanın ve sosyal medyanın gücünü yalnızca sığ bir tepki aracı olmaktan çıkarıp, uzun vadeli toplumsal değişim için bir baskı unsuruna dönüştürmek zorundayız.

Bu yangında hayatını kaybeden 78 kişi, yalnızca bireysel hataların değil, sistemin genel çöküşünün kurbanı oldu. Her trajedide olduğu gibi, kısa vadeli tepkiler gösterip ardından unutmaya meyilliyiz. Ancak bu döngüyü kırmak bizim elimizde. Kamuoyunun tepkisi uzun soluklu olmalı, sosyal medya kampanyaları bir başlangıç noktası olarak kalmamalı, etkisi olmalı.

Yaşadığımız bu tür felaketler, siyasetten hukuka, yönetim anlayışından toplumsal bilince kadar her alanda köklü değişimlerin gerektiğini bir kez daha hatırlatıyor. Eğer millet olarak bu değişimi başaramazsak, başka faciaların haberlerini okumak çok uzak bir ihtimal olmayacak. Çünkü gerçek sorun, alevlerin gölgesinde gizlenen sorunlu sistemin ta kendisidir.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?