Merhum Yahya Kemal Beyatlı´nın ?insan, âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar? sözü beni hep derin mesafelere götürmüştür. Aslında her güzel başarı, temiz ve saf hayal ile başlar. Hayaller ne denli kendini muhafaza ederse; oluşturulan düzen de o nispette devam eder. Ancak saf ve ihlaslı hayallerin yerini yükselme arzusu, kazanma hırsı, hâkim olma çılgınlığı ve her yere el atma aç gözlülüğü alırsa; yaz güneşinin karşısındaki kar gibi her şey hızlıca erir ve buharlaşır.
İdeal bir dünya kurgulamak için hayal kurmak ve onun heyecanıyla çalışmak en doğru olandır. Ancak bunun yerine inancımıza uygun olmayan elbiseler giyip podyumda yer almayı düşlemek bizi kirletmeye başladı. Özgünlüğümüz baltalanırken, önümüze ?yanlış ve daha yanlış? diye iki yol konuldu. Çoğumuz ehven-i şer deyip daha yanlışı tercih etmektense yanlışı göre göre ve bile bile tercih ettik veya ettirildik.
Hayallerimiz çürüyor? Mesela bize uymayan bir yaşantıya kapıldık sonra, o yaşantının kendine has kavramlarını da kullanmamız gerektiğini düşündük. Hiç geleneğimizle bağdaşmayan bir aile hayatına teslim olunca, kadının ezildiğini ve horlandığını gördük. Yeni hayatımız bize kadın haklarını anında önümüze servis etti. Muhafazakâr kesimin kadınları başta olmak üzere; liberaller ve sosyal demokratlar bir feminist dünyasının mütemadiyen demirlenmiş gemileri gibi varlıklarını haykırdı. Aynı zihniyet hükümette de yeterince yer kaplayınca; büyük ölçüde kadının hırsı, beklentisi ve feminist duygularına hizmet edecek mevzuatla aile bakanlığı ihdas edildi. Türk İslam inancının, töresinin ve geleneğinin yanından bile geçmeyen bir anlayışla düzenlemeler yapıldı, konferanslar verildi ve programlar icra edildi; ancak aileler daha hızlı parçalandı, kadınlar daha fazla hırpalandı ve hatta cinayete kurban edildi. Buda kesmeyince kadın hakları platformları, dernekleri ve vakıfları kuruldu. Bizim ablalarımız, bacılarımız ve teyzelerimiz tahmin ve tarif edilmez bir feminizm rüzgârıyla birbirleriyle yarış yaptılar. Bu yarış kimilerine para, kimilerine makam ve kimilerine de daha fazla saygınlık getirince ipin ucu kaçtı ve celep celep sayıları çoğalmaya başladı. Çünkü bize ait hayaller kirlendi ve başkalarının hayalleriyle ancak bu kadar olabilirdi.
Hayallerimiz çürüyor? Mesela yeni dünyaya uyum sağlayacağız diye televizyonlar, gazeteler, radyolar ve ajanslara sahip olduk. Hakkı anlatmak hak getire dedirtti sözümona bizim gazetelerimiz ve televizyonlarımız. Örneğin herkesin gördüğü ve bildiği bir yanlışı, haber yapamadılar ve dahi iki satır yazı yazamadılar. Yaptıkları havadisin çocuğu yanlı ve hesaplı idi. Zira hayalleri reklam gelirleri ile kirlenmişti. Temiz hayal kuran ve doğruları beklentisizce zikredenleri tahkir ve tezyif etti televizyonlarımız ve gazetelerimiz. Sonuçta ancak bu kadar bir medya dünyamız olabildi.
Hayallerimiz çürüyor? Mesela devlet destekli dernek ve vakıflarla gençlik yetiştirme gayretlerine giriştik. Gençleri hangi imkân ve saikle yetiştirmeye çalıştığımıza bakmadan gençliğe verdiğimizi emeğin ve içinde bulundukları imkânların karşılığını veremediler diye şikâyet etmeye başladık. Hâlbuki 28 Şubat´ta hak mücadelesi veren öğrenciler, devlet desteğini alan hangi derneğin veya vakfın şatafatlı yurdunda kaldılar. Hangi işadamının bilmem kaçıncı ihale karşılığında verdiği burslu okudular. İdol olarak gösterdiğimiz hangi abimiz ve büyüğümüz bugünkü gençlerin imkânlarına benzer şartlarda mücadele ettiler. Asım´ın nesli, bugün devlet destekli yurtlardan ve devlete iş yapan kalpazanların burslarından faydalanan gençlikten yetişmesinin imkânı yoktur.
Hayallerimiz çürüyor? Mesela işimize gelen her söze ve habere inanır hale geldik. Doğru olduğu halde de işimize gelmiyor diye hakikate yüz çevirdik. Hz. Ömer´den örnek verip attığımız nutuklarda adalet mefhumunu unuttuk. Peygambere hesap sorabilen bir ümmetten, fikrini söyleyeni yaftalayan bir topluma dönüştük.
Yıllarca hayallerimizin kirlendiğini anlattık dostlarımıza. Bazıları bize daha kötü kurumları, siyasi partileri, sivil toplum kuruluşlarını ve daha kirli medyayı örnek göstererek mevcut hataları yıkamaya veya azaltmaya çalıştı. Ancak bu iyi niyetli bakış açısı; bizleri daha da yozlaşmaya sevk etti. Bunun sonunda ehliyet ve liyakatten yoksun kifayetsizler ordusu türedi. Daha neler neler? İşin kötüsü, bu daha başlangıç olabilir.