<p style="margin-left:0cm; margin-right:0cm; text-align:justify"><span style="font-size:11pt"><span style="font-family:Calibri,"sans-serif"">İlkokul beşinci sınıftayım... Şimdiki Gazipaşa, eski adı ile Devrim İlkokulu... </span></span></p>
<p style="margin-left:0cm; margin-right:0cm; text-align:justify"><span style="font-size:11pt"><span style="font-family:Calibri,"sans-serif"">O, dönemler Devrim ismi, pek tercih edilen isimlerdendi... </span></span></p>
<p style="margin-left:0cm; margin-right:0cm; text-align:justify"><span style="font-size:11pt"><span style="font-family:Calibri,"sans-serif"">Mahallemiz içerisinde olan Süleyman Sami Kepenek İlkokulundan beşinci sınıfa geçtiğimiz sene; Devrim İlkokuluna mecburen gönderildik. Evimiz, Kütüklü Camii civarında olduğu için; Devrim İlkokuluna gitmek, bir hayli meşakkatli, idi. O, okul yeni açıldığından, bizi büyük sınıf öğrencileri diye; oraya naklettiler. Nereden baksanız, bir, kaç kilometrelik yol... Otobüs, servis aracı, modern ayakkabılar, aramayın... Kara lastik, buldunuz mu? Şükredin... Potin ayakkabı, ancak rüyalarınızı süslerdi. Noel babalar da herhalde o yıllarda bizim bölgeye uğramıyorlardı! Özlemini çektiğimiz eşyaların, Hayalini bile kuramıyorduk... Ayağınızın ıslaklığı ile, okula gittiğinizde ilk işiniz ayağınızı kurutmak olurdu.</span></span></p>
<p style="margin-left:0cm; margin-right:0cm; text-align:justify"><span style="font-size:11pt"><span style="font-family:Calibri,"sans-serif"">Şu andaki Cuma pazarının yeri, dere idi. Soğuk ve bol karlı günlerde; o dereden nasıl geçtiğimizi, ben bile zor hatırlıyorum. Yağmur, kar, sıcak demeden bir öğretim yılı, Devrim İlkokuluna devam ettik. </span></span></p>
<p style="margin-left:0cm; margin-right:0cm; text-align:justify"><span style="font-size:11pt"><span style="font-family:Calibri,"sans-serif"">O yıllarda, hayatın zorluklarını yaşayanlar, bilir. Yamanın, söküğün, yırtığın ve de yokluğun bol olduğu yıllardı. DOLAYISIYLA; İSRAF VE ÇILGINCA BİR TÜKETİM, YOKTU. BELKİ EKONOMİK ŞARTLAR, ÜLKENİN GELİŞMİŞLİK DÜZEYİ, buna uygun değildi. Şu anki genç nesillerin bunları anlaması mümkün değil. Yaşaması gerekir...</span></span></p>
<p style="margin-left:0cm; margin-right:0cm; text-align:justify"><span style="font-size:11pt"><span style="font-family:Calibri,"sans-serif"">Öğrencilerin, yapma ve uyduruk oyuncaklarının olmadığı yıllar... Çocukların, kendi el becerisi ve hayal dünyasını kullanarak; geliştirdiği oyunların bolca ve mutluca, oynandığı yıllar. Ana materyalinin doğanın tüm nimetlerini kullanmak, o nimetlere elleri ve aletleri ile şekil vererek; unutulmaz eğlencelerin yaşandığı yıllar. Çamur, kar, ağaç, pancar gibi, doğal malzemeler... İp atlamak, kızak kaymak, met oynamak, topaç çevirmek, cıncık oynamak gibi; eğlencenin ve mutluluğun zirve yaptığı oyunlar. Kardeşliğin, paylaşmanın, sıcaklığın, dayanışmanın, insanın vazgeçilmez davranışları olduğu yıllar... Hep özlenen, hep hatırlanan, ancak, benzerinin bir daha yaşanmayacağı yıllar... Acıktığınızda; komşu annenin yanına rahatça gidebileceğiniz, yıllar... </span></span></p>
<p style="margin-left:0cm; margin-right:0cm; text-align:justify"><span style="font-size:11pt"><span style="font-family:Calibri,"sans-serif"">O, yıllarda, okulların küçücük salonlarında; hafta sonları halka ve öğrenci velilerine, sinema filmlerinin seyrettirildiği, yıllar idi. Hangi amaçla, neyi hedeflemek adına yapılmış olduğunu bilmediğimiz, bu uygulama yıllarca, devam etti. Aklıma; zorunlu olarak ABD, destekli Anadolu'nun en ulaşılmaz yerlerine gidilerek; yapılması istenen doğum kontrol uygulamaları ve okullarda bize zorla içirilen; süt tozu uygulamaları geliyor... Yine ilerleyen yıllarda TV ile yeni tanışılmasına rağmen, her köye bir televizyon yardımı da dikkat çeken uygulamalardan idi. Bu konuyu işleyen filimler çekildi. Hikayeler yazıldı. O yıllardaki filmlerin içeriği de malum. Sahtekar din adamları, hocalar... Kurtarıcı şarap sahneleri ve vazgeçilmeyen dansöz oynatmaları... Ahlaki değerlerin yıpratılmasının başlandığı yıllar… Görünmeyen savaş sinema perdelerinde başlamıştı. Öyle ya üstelik Anadolu'nun en ücra köşesinde bile sinema salonlarının yapılıp hayata geçirildiği yıllar… Evet ahval, budur... Okulda film oynatma işi, Okulların çevresinde; henüz bu hayatın ne demek olduğunu bilmeyen; Saf Anadolu insanlarına hizmet olarak, sunulmaktadır! </span></span></p>
<p style="margin-left:0cm; margin-right:0cm; text-align:justify"><span style="font-size:11pt"><span style="font-family:Calibri,"sans-serif"">O, öğretim yılı sonlarına doğru; okulda gösterilerin yapıldığı bir gece düzenlenmesi adettir. O gecede görevlendirilen öğrenciler, kendi yeteneklerini, becerilerini sergilerler. Böylece, ilk medeni cesaret deneyimlerini orada gerçekleştirmiş, olurlar. </span></span></p>
<p style="margin-left:0cm; margin-right:0cm; text-align:justify"><span style="font-size:11pt"><span style="font-family:Calibri,"sans-serif"">Bende zaman, zaman yanık türküler söyleyen biri idim. Öğretmenimiz bizi, sesiniz güzel diye koroya seçmişti. Sahnede bir türkü söyleyecektim. Müzik kulağım olduğunu söylerdi. Daha önceki çocukluk yıllarımda lojmanlara otururken, kaleden gelen müzik sesi kimi zaman hemen yanımızda söylenen bir türkü, şarkı olarak yankılanırdı. Kütüklü Camiinin yanındaki evimizde otururken daha şanslı idim. Üstelik kapı komşumuz olan Rahmetli Çerkez Mahmut Amcanın evinde üst üste konulan sırası geldikçe aşağıya inerek çalan plaklardan oluşan bir pikap mekanizması vardı. O evde çok müzik dinlemişliğim olmuştur. O zaman ki komşulukları anlatamazsınız, yaşamanız gerekir. Bizim evimiz gibi idi. Çocukları ise, kardeşimiz gibi. Acıktığımızda bile, acıktığımızı rahatça söyleyecek bir samimiyetimiz vardı. Babamın amcaoğlu Veysel abi düğünlerimizde cümbüş çalar, bizde eşlik etmeye çalışırdık.</span></span></p>
<p style="margin-left:0cm; margin-right:0cm; text-align:justify"><span style="font-size:11pt"><span style="font-family:Calibri,"sans-serif"">Öğretmenimiz tarafından; O, gecede sahne almak üzere görevlendirildim. Uzun ve yorucu çalışmalardan sonra; uygulama gecesine gelindi. Öğretmenimiz; sıkı, sıkıya bize ikazda bulunarak; geceye beyaz gömlek ile gelmemizi söyledi. Ancak, beyaz gömlek, bizde olan bir eşya değildi. Dışarıya çıkarak, üzüldüğümü gören bir arkadaşım; üzüntümün sebebini söyleyince üzülmemem gerektiğini ve kendisinin yardımcı olacağını ifade etti. Çok sevinmiştim. O, günlerde; bir babaya ek masraf getirmemek, gibi bir anlayışla, büyümüştük. Hala öğretmenimiz neden beyaz gömlekte ısrar etmişti? NEDEN BİZE BEYAZ GÖLEĞİNİZ VAR MI? Diye sormamıştı. Hep üzüntü kaynağım olmuştur. Babamıza ve ailemize bu eksikliğin olduğunu söylemeye cesaretimiz bile, yoktu. </span></span></p>
<p style="margin-left:0cm; margin-right:0cm; text-align:justify"><span style="font-size:11pt"><span style="font-family:Calibri,"sans-serif"">Günler geçti, Gecenin yapılacağı gün arkadaşın evinin kapısına dayandım. Evde kimsecikler yoktu. Hala neden o evde o, gün kimseciklerin olmadığını bilmiyorum. Müthiş bir hayal kırıklığı ve yoğun bir üzüntü içerisine girmiştim. Ağlamak mı, üzülmek mi; bilemediğim duygularla, mecburen eve döndüm. Utancımdan Anneme gerçeği anlatamadım. Yatağıma girerek, sessiz, sessiz ağladım... Çocukluk işte...Ömür boyu; O, öğretmenin duyarsızlığını, anlamsız bir kural koyma hastalığını anlamadım, anlamak da istemedim. Sonuçta; ilk medeni cesaret deneyimim hüsranla sonuçlandı. O öğretmenin şahsında; tüm gereksiz kurallar koyan öğretmenleri, sevmedim, sevemedim... </span></span></p>
<p style="margin-left:0cm; margin-right:0cm; text-align:justify"><span style="font-size:11pt"><span style="font-family:Calibri,"sans-serif"">Takip eden günlerde bu olay beni bayağı etkilemişti. Okula gelirken ayağım burkuldu ve ayağımın çıktığını fark ettim. Evet, çıkan ayağımız yerine getirmesi için, annem beni bir sınıkçıya götürmüştü. Yani halk arasında kırık, çıkık işlerine bakan tecrübeli insanlar denirdi. Öyle hasta haneye falan gitmek yoktu. 10 gün okula devam edemedim. Öğretmenimiz ismini yanlış hatırlamıyorsam, Rahmetlik İbrahim Öz bahar beni severdi. Bu olaya çok üzülmüştü. Derslerden geri kalacağım diye, geçmiş olan konularımızı gidermek için, okula devam ettiğim sürede bana gelip ek ders anlatma ihtiyacı hissetmişti.</span></span></p>
<p style="margin-left:0cm; margin-right:0cm; text-align:justify"><span style="font-size:11pt"><span style="font-family:Calibri,"sans-serif"">Üstelik sene sonunda koruya neden katılamadığımı anlattığım zaman, görevli öğretmene çıkıştığını hatırlıyorum. Koroda görevlendirilen İnsan psikolojisinden hiç anlamayan bu adamların bu anlayışta olan insanların hala eğitim yuvalarında görev yapıyor olmalarını da anlamıyorum. Bu tür adamların, öğretmenlik yapması yerine; farklı alanlarda memur olarak görev yaptırılmasından yanayım. Unutmayalım; insan yetiştiriyoruz… İnsan... </span></span></p>
<p style="margin-left:0cm; margin-right:0cm; text-align:justify"><span style="font-size:11pt"><span style="font-family:Calibri,"sans-serif"">Bir beyaz gömlek hikayesi, O günün şartlarındaki, ekonomik durumumuzu ve yoklukların insan hayatını nasıl etkilediğini, hep bana, hatırlatır. </span></span></p>
<p style="margin-left:0cm; margin-right:0cm; text-align:justify"><span style="font-size:11pt"><span style="font-family:Calibri,"sans-serif"">Kaba bir örnekle; Tok, açın halinden anlamaz... Bugün, hayatın tüm imkanlarını, hovardaca harcayan bütün insanlar; harcadıkları bu imkanlar için insanların neler ödediklerini unutmasınlar. İSRAF YAPARKEN, BİR KEZ DAHA DÜŞÜNSÜNLER… </span></span></p>
<p style="margin-left:0cm; margin-right:0cm; text-align:justify"><span style="font-size:11pt"><span style="font-family:Calibri,"sans-serif"">Hala, içerimde o beyaz gömleğin, bana neler ifade ettiğini düşünce planında beni nasıl yıprattığını, anlamam. Beyaz gömleklerin insan hayatlarında, özlemi çekilen bir eşya olarak, algılanmaması gerektiğini düşünüyorum. O gömlek; benim hayatımdaki, tüm engellerin simgesi haline gelmiştir... O nedenle; unutmak, mümkün değildir... </span></span></p>