Şunu iyi bilelim, derim; İstanbul´u kurtarabilirsek, Türkiye kurtulur ve yeniden kurulur.
İstanbul´u kurtaramazsak, Türkiye yok olur...
Bir rüya ve bir kâbus senaryosu var karşımızda.
Cins adam İtalo Calvino, ?Şehirler, rüyaların ve / veya kabusların mekânıdır? der.
İstanbul´´u ?özne?si yapan bir yazıya, bu denli silkeleyici ve sarsıcı bir alıntıyla başlayınca insanın kafasında, ?Acaba İstanbul ne? Nasıl bir şehir? Rüyaların mı, yoksa kabusların mı mekanı? Hayallerin kaynağı mı, yoksa hayaletlerin cirit attığı ruhu çalınmış bir kültürler mezarlığı mı?? gibi bir dizi soru sökün ediveriyor...
Sahi, şu an, İstanbul´un bir bedeni, bu bedene hayat veren bir ruhu var mı?
İstanbul´un eğer hala hayat emareleri gösteren bir bedeni, bir ruhu yoksa, İstanbul´dan; yaşayan, hayat veren engin ve zengin bir İstanbul´un varlığından sözetmek mümkün olabilir mi?
Bu denli ?büyük sorular? sordurtan bir şehir, sadece bu soruları sordurtmakla bile, aslında bir ruhunun var olduğunu kendiliğinden söyletmiş olmuyor mu?
O halde soru şu: İstanbul´u İstanbul yapan şey ne?
Elbette ki, İstanbul´un yüzyıllar boyunca ?büyük rüyalar? görmesi, tarihin akışını değiştiren büyük rüyaların beşiği, kaynağı, pınarı, mekanı, kısacası Ruhu olması...
Bir zamanlar İstanbul´a büyük rüyalar gördürten o asil ruh, bugün maalesef sırra kadem basmış gibi.
Ama demek ki, o ruh, öylesine asil ve esaslı; İstanbul´un bedenine, fotoğrafyasına, topoğrafyasına, mitoğrafyasına öylesine nüfuz etmiş, öylesine kök salmış olmalı ki, yaşamıyor zannedildiği bir zaman diliminde bile sanki ?hayır, bedenimi öldürmüş, tarumar etmiş olabilirsiniz ama ben, bu şehre yegane anlam ve hayat veren ruhumla, bu şehrin daima atan ve asla durdurulamayacak olan kalbiyim, vicdanıyım? diye haykırıyor bize.
İstanbul´un ?beden?i ölü; ama ruhu yaşıyor hâlâ... Onca işkenceye rağmen nefes alıp veriyor yine de.
Bizi bekliyor...
Bizim kendimize gelmemizi...
İstanbul, bu ruha yeniden hayat verecek ?sahibini?, İstanbul´un ruhunu iliklerine kadar soluyan, solutacak ?gerçek sahiplerini? arıyor...
İstanbul, ruhuyla ve bedeniyle büyük rüyaların mekanı olduğu vakitler, başka kültürlerin ve medeniyetlerin ilham kaynağı olan büyük insanların solumadan edemedikleri bir ?mekân?dı...
İngilizlerin İstanbul tarihçisi Peter Mansell, Avrupalı büyük yazar, sanatçı ve düşünürlerin hem Avrupa´da kendilerine karşı uygulanan baskılardan kurtulmak için hem de İstanbul´u İstanbul yapan ruhu keşfetmek, solumak için 19. yüzyıla kadar İstanbul´u mesken tuttuklarını yazar.
Bugün bu durum tam tersine dönmüş gibidir. İstanbul´u yeniden büyük rüyaların görüldüğü yegane merkez haline getirebilmenin yolu, İstanbul´u, yeniden büyük rüyaların mekânı haline getirmekten geçiyor: İstanbul, o asil ve büyük rüyalarını yeniden görmeye başladığı zaman, yeniden hayatiyetine kavuşacaktır.
Bunun için İstanbul´un ruhuyla özdeş büyük rüyalar gören insanlara, İstanbul´un ruhuna ve rüyalarına yeniden hayat verecek gerçek sahiplerine ihtiyacı var. Oysa biz İstanbul´un ruhunu kirletmekten, rüyalarını ertelemekten başka bir şey yapamıyoruz.
İstanbul´un, bize yeniden ruh üfleyecek bir ?aşkın özne? haline gelmesi gerekiyor...
Yine İstanbul´un ?köksüz?, ?tabansız?, ?sapkın?, şaşkın, ?tahripkar? ve tükenmek bilmez süflî arzuların nesnesi olmasından kurtarılması, bizi kanatlandıracak o asil ruhuna yeniden kavuşabilmesi gerekiyor...
İstanbul, can çekişiyor...
Ölmemek için direniyor...
İstanbul, Osmanlı medeniyetinin dünyaya adalet, hakkaniyet ve sulh armağan ettiği ruhudur.
İstanbul´u kaybedersek, bu ruha hiç bir zaman kavuşamayız yeniden.
Efendimiz´in bize emaneti olan bu ruhla donanırsak, İstanbul´u kurtarabiliriz.
İstanbul kurtulursa biz de kurtulur, yeniden büyük rüyalar gören uzun soluklu yolculuklara soyunuruz...
Ne yapıp edip çabalarımızın önemli bir kısmını İstanbul´u kurtarmaya teksif etmek zorundayız.
İstanbul yok olursa, biz de yok oluruz zira.
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?