Dünya, avucumuz içindeki küçük oyuncak gibi dönerken, yaramaz çocukların hırsları yüzünden her an kırılma tehlikesi altındadır. Bu şımarık ve maneviyatsızlar sebebiyle, tamiri mümkün olmayan bir eşikteyiz. Ekonomik saikler, insanların, devletlerin ve milletlerin kutsallarının çok üstüne çıkmış durumdadır. Bu nedenle, müstakil millet ve devlet kavramı iyice zayıflama sürecine girmiştir. Dünyanın bir ucunda madden veya manen yaşanan herhangi bir aksaklık, kısa sürede hemen her tarafa yayılabilmektedir. Arz-ı âlem, bir yandan yaşlanırken, diğer yandan da önüne geçilmez isteklerimiz yüzünden hırpalanmaktadır. Her sarsıntı yeni bir vakayı tetiklerken, insanlığımız araçlar ve aracılar üzerinden yürüme eğilimindedir. Aracılar ise samimiyetten çok, pazarlığın ve kalpazanlığın modern yüzüdür.
İnsanlığın yerleşik hayata geçtiğine dair sarf edilen sözler, iskân meselesinin teknik tabiridir. Hâlbuki her gün yüzlerce, belki de binlerce kişi dünyamızdan göç edip gitmektedir. Hem de bu ayrılık, sınıf farkı gözetmeden ve mütemadiyen sürmektedir. Kendimizi kandırmayalım, insanlığın yerleşik düzen geçtiği yoktur. Mekânsal sabitlik, postacıların adres meselesidir. İnsanoğlu, âlemler arasında hicrete memur ve mecburdur. Bu cihetle yanlış bir telakki, gözümüzün önünden bihaber olmaya sebebiyet verebilir. Onun için dünya mefhumu, ayrıntılı bir suretle tasrih edilmelidir. Hz Âdem (as) ile başlayan ve muttasılan devam eden insanlık tarihi, o kadar içten ve fıtrata uygun hasletler varken, yasak meyveye karşı eğilimin mirasını güçlü bir şekilde devam ettirmektedir. Akabinde, oğlu Kabil´in serkeşçe işlediği cürümde, yine baş kalıntımız gibi yanı başımızda durmaktadır. Bu misalleri iktifa etmek bize asırlardır bir şey kazandırmadığı gibi, insafımızı da yavaş yavaş kemirerek fersiz bırakmıştır. Çünkü sahip olma isteği, tebessümün sadaka olduğunu belirten anlayışa muhaliftir. Bu muhalefet içerisinde, asil ve vicdanlı şahsiyetlerin zorluğu ise, dünyayı kazanma anlayışına karşı mücadele vermesidir. Davaları kutsal yapan en büyük değer ise burada gizlidir.
Eski dönemlerde de, dünyanın her yerinde savaş ve sefalet hüküm sürmekteydi, ancak bu kargaşa içinde müminlerin bir tarzı ve medeniyet anlayışı vardı. Bu duruş, insanlığın vicdanını ve nizam-ı âlem tasavvurunu yüreklerde diri tutmaktaydı. Şimdilerde bırakın karşı cephede birilerinin hidayetine vesile olmayı, inananlar bile kendilerini kaybetme noktasına gelmiştir. Bunun en önemli nedeni ise, insanın konuşma aşkının inanma ve yaşama aşkının önüne geçmiş olmasıdır. Sadece konuşmanın maharet olduğu bir dönemin mevsimindeyiz. Bu mevsimin havası, insan kıyafetini üzerinde taşıyıp, kalbi hissiyata yeterince yer vermemesidir. Yani suret ile siret uyuşmazlığı had safhadadır. Ruhun semtine ve muhitine girilmemesidir. Ruhsuz bedenlerin cesetten farksız olduğu düşünüldüğünde, gayesiz nice cesetlerin yürüdüğünü, konuştuğunu, gülüştüğünü ve yaşamak denirse yaşadığını görürüz. Beden ayakta kalabilmek için besine ihtiyaç duyduğu gibi, ruhunda manevi gıdaya ihtiyacı vardır. Ruh, ne denli beslenirse beden ceset olmaktan sıyrılır ve şahsiyet merhalesine yükselir. İşte o zaman kalp dilden önce gelir. Hayatının merkezine yüreğini yerleştirenler ise, ?marifetullah? zümresinin seçkinleri arasında yer alır. Bu sayede, insanlığın vicdanı yeniden hüviyetine kavuşmuş olur.
İnsan, hep benliğine doğru yürür ve doğruya bu minval üzere ulaşacağını zanneder. Ancak bu menzil her adımda kendini tüketen bir mesafedir. Çünkü asıl amaç kendimiz değil, insanlık davasıdır. Bu nedenle her adım hakikatin mefkûresine doğru atılmalıdır. Çünkü asıl gaye, bir mahiyet üzerinde temel teşkil edip, hayata sanatsal bir mana katabilmektir. Bu da, dünyalık heveslerin şemsiyesi altında lafazanlık endamıyla neşet etmez. Lisanda üslup, eylemde edep esâmesi yok ise, kalburla su taşımanın bir anlamı da yoktur. Mevsimler, bitkiler ve hayvanlar kendilerine tevdi edilen görevi bihakkın yerine getirirken, insanoğlu insanlığın dışına çıkma konusunda ısrarcı davranmaktadır. Nihayetinde dünya müessir tablolarla dolup taşarken, sınavımız geçer notun altında kalmaktadır. ?İnsan nisyan ile malüldür? lakin asıl gayeyi unutmak, bizi insanlıktan çıkarmaktadır.