Batıcı Eğitimin ?´Milli Eğitim´´imize Etkileri
Bir önceki yazımızda aktardığımız batılılaşma maceramızın tasniflerinden biri olan Cumhuriyet dönemini ele almak istiyoruz.
İfade ettiğimiz üzere önce hayranlıkla başlayıp daha sonra asrın siyasi dehası Milli Görüş lideri Erbakan Hocamızın ?´sizi gidi taklitçiler sizi ifadesinde herkesin anlayabileceği şekilde yerini bulan taklitçilik ve nihayetinde takiple devam eden süreçte batıl(ı)laşma tehlikeli boyutlar ulaşmış, yazımızın başlığında yer edinen eğitimin millilik vasfı adeta yaylım ateşine tutulmuştur.
İlim fen öğrensin diye Avrupa´ya gönderilip ?´Jön Türkler´´ olarak dönen batının ?´özene bezene´´eğittiği Ali Suavi, Ziya Paşa, Namık Kemal gibi bu gençlerin devamı olarak da yaşadığımız zaman diliminde faklı adlarla tezahür eden eğitim programları ve anlaşmalarla maalesef bugünde yönetici elit tabaka arasında yerini almış ve yönetimin şekillendirilmesi noktasında etkin rol almışlardır.
27 Aralık 1949 tarihinde İsmet İnönü döneminde milli eğitimimizi gayrı milli yapma yolunda takriben 68 yıldır yürürlükte olan Fulbright Anlaşması sadece Türkiye´de değil ırkçı emperyalizmin eğitim yolu ile insanların fıtratını bozarak sömürü çarkını işletmeye devam ettirmek gayesiyle ekonomik, siyasi ve kültürel işgal atında tutmaya çalıştığı ülkelerde ABD Fulbright bürosu, Fulbright komisyonu, Fulbright bursu vb. çok sayıda ad altında maalesef çalışmalarını sürdürmektedir.
27 Aralık 1949 tarihli;
"Türkiye ve ABD Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması hakkındaki Anlaşma?nın en önemli özelliği; Türkiye´de kazanılacak Amerikan yanlısı kadroların eğitilme biçiminin saptanması ve bu iş için gerekli giderleri karşılama yöntemlerinin belirlenmesidir. Belirlemeler aynı zamanda, Amerika´nın Türkiye´ye göndereceği uzman, araştırmacı, öğretim üyesi adı altındaki personel için de yapılmaktadır. ABD´ye, Türkiye´de "yardım? edip "işbirliği? yapacak, geleceğin "Türk? yöneticilerini yetiştirmek üzere, Amerika´ya götürülecek Türk öğrenci, öğretim üyesi ve kamu görevlilerinin konumları da bu anlaşmayla belirlenmektedir.
Anlaşmanın birinci maddesi şöyleydi:
" Türkiye´de Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu adı altında bir komisyon kurulacaktır. Bu komisyon, niteliği bu anlaşmayla belirlenen ve parası T.C Hükümeti tarafından finanse edilecek olan eğitim programlarının yönetimini kolaylaştıracak ve Türkiye Cumhuriyeti ile Amerika Birleşik Devletleri tarafından tanınacaktır.
Kurulacak komisyonun yetki, işleyiş ve oluşumu ile ilgili olarak 1.1 ve 2.1 alt maddelerinde ise şunlar vardır;
"Türkiye´deki okul ve yüksek öğrenim kurumlarında ABD vat andaşlarının yapacağı eğitim, araştırma, öğretim gibi eğitim faaliyetleri ile Birleşik Devletlerdeki okul ve yüksek öğrenim kuruluşlarında Türkiye vatandaşlarının yapacağı eğitim, araştırma, öğretim gibi faaliyetlerini; yolculuk, tahsil ücreti, geçim masrafları ve öğretimle ilgili diğer harcamaların karşılanması da dahil olmak üzere finanse etmek?
Anlaşmanın 5. maddesi, Türkiye´de Birleşik Devletler Eğitim komisyonunun kuruluşunu belirlemektedir.
"Komisyon; dördü T.C vatandaşı, Dördü de ABD vatandaşı (ki ikisi mutlak C.I.A ajanı olmuştur)olmak üzere sekiz üyeden oluşacaktır. ABD´nin Türkiye´deki diplomatik misyon şefi, komisyonun fahri başkanı olacak ve komisyonda oyların eşit olması halinde kararı komisyon başkanı verecektir.
Bu anlaşmayla, Milli Eğitim Bakanlığı´nda bugün çalışmalarını "etkin? bir biçimde sürdüren, personel politikalarından ders programlarına, pek çok konuda stratejik kararlar önerebilen, "Milli Eğitimi Geliştirme? adlı bir komisyon vardır. 1994 yılında 60 personeli olan bu komisyonda çalışanların üçte ikisi Amerikalıydı.
?´Amerikalıların Türk Milli Eğitimine 1949´dan beri süregelen ilgileri günümüze dek hiç eksilmedi.
Bu durum, 2007´de de böyledir ve FULBRİGHT COMMİSSİON adı altında Türk Milli Eğitimini biçimlendiren kurulun başında 2007´de Amerikan Büyük elçisi oturmaktadır.
Yalnızca Milli Eğitim´in değil, diğer pek çok bakanlıkların 1949´dan başlayarak Amerikalı uzmanlar güdümlendiğine ilişkin acı gerçek, Türkiye´yi Amerikan yarı- sömürgesi durumuna düşürerek Türk Milleti´nin anlına bu lekeyi süren ve bu anlaşmada imzası olan İsmet İnönü tarafından, yıllar sonra, 1963´de "timsah gözyaşlarıyla? şöyle itiraf etmişti.´´:
"Daha bağımsız ve kişilik sahibi dış politika izlemesini istiyoruz. Herkes aynı şeyden söz ediyor. Nasıl yapacağım ben bunu? Karar vereceğim ve işi teknisyenlere havale edeceğim. Onlar ayrıntılı çalışmalar yapacaklar ve öneriler hazırlayacaklar.
Yapabilirler mi bunu?
Hepsini çevresinde uzman denen yabancılar dolu. İğfal etmeye çalışıyorlar. Başaramazlarsa işi sürüncemede bırakmaya çalışıyorlar. O da olmazsa karşı tedbir alıyorlar. Bir görev veriyorum sonucu bana gelmeden, Washington´un haberi oluyor. Sonucu memurlardan önce sefirden öğreniyorum.
...
Böyledir bu işler, size dünyaları vaat ederler. İmzayı attınız mı ertesi günü gelmişlerdir. Personeli gelmiştir, teçhizatı gelmiştir, üsleri gelmiştir. Ondan sonra sökebilirsen sök. Gitmezler. Ancak bu sorunun üzerine vakit geçirmeden gitmek gerek. Yoksa ne bağımsız dış politika ne bağımsız iç politika güdemezsiniz. Havanda su döversiniz. Fakat sanmayın ki bu kolay bir iştir. Denediğinizde başınıza neler geleceği bilinmez??
?´Türkiye´nin Şubat 1948´de 705 bin dolar olan döviz varlığını, Mayıs 1950´de eksi 12 milyon dolara; 1946´da 214 ton olan altın varlığını 1949 sonunda 123 tona indiren, ülkenin dağarcığında yeterince altın ve döviz bulunmasına karşın Amerika´dan borç alarak ülkeyi Amerikan güdümüne sokan İsmet İnönü´nün bu yüz kızartıcı açıklamaları karşısında:
"Madem bunları biliyordunuz, öyleyse niçin Amerika ile antlaşmalar yaparken Türkiye´ye Amerikalı uzmanlar dolmasına neden olacak maddelere imza attınız?? ..
demek gerekiyor.
İşin gerçeği bu tür Amerikan patentli anlaşmaya Amerikancı diye idam edilen Menderes yerine İnönü´nün imza atması oldukça gariptir.´´
Fulbright anlaşmasını ve diğer AB programlarını inşaallah önümüzdeki yazımızda da irdelemeye devam edeceğiz.