İnsanoğlu yaratılmışların en şereflisidir. Âlemleri uğruna yarattığı peygamberimiz yokluğun ve varlığın anlamını en iyi tarif eder. Yoklukta zaten varlığın aynısıdır. Çünkü bazen zıtlıklar birbirlerini destekler mahiyette anlam kazanırlar.
Tarih boyunca her bireyin bir kişiliği olduğu gibi milletlerin de kişilikleri vardır. Şunu özellikle de belirtelim ki, şahsiyet ile kişilik arasında önemli fark vardır. Şahsiyetin her toplumda ve inanışta farklı bir tanımı olmasına rağmen, o toplumun imrenilen vasıflarını üzerinde barındıran kişilere yakıştırılır. Kişilik ise farklı bir durum olup her insanın yaşayış, düşünce ve eylem bütünlüğüdür. Bunun yanı sıra her insanın bir kişiliği vardır, ancak her insan şahsiyetlidir diyemeyiz. Bu ayrımı yapmak için de elbette her kültürün ve inanç sisteminin belli ölçülerinin olduğunu bilmek gerekir. Aynı kültür ve inanç sisteminin zamanlar arasında da değişen yargıları olabilir ki, bu da oldukça doğal bir durumdur. Ancak bu değişim temele aykırılık teşkil ederse, o zaman işte o kültürde kendi içinde yozlaşma ve tahrif başlamış demektir.
Tarih şahittir ki, hangi topraklarda yaşanırsa yaşansın Hacı Bektaşi Veli´nin de buyurduğu gibi ?Düşmanın bile olsa karşındakinin insan olduğunu unutma? sözü gereği insana saygı duyanlar her zaman iyilikle anılmıştır. Savaşlarda bile insana saygı duymanın bir şahsiyet meselesi olduğu asla tartışılamaz. Bunun yanında bırakın savaşı, küçük menfaatler için bu âlemde yaşayan canlılar arasında Allah´ın en fazla değer verdiği insanoğlunun, bu değere yakışmayacak davranışları yine bir şahsiyet meselesidir. Aslında buna şahsiyetsizlik demek daha doğru olacaktır. Çok ince bir mesafe vardır bu ikisi arasında. Kabul etmek, etmemek kadar hem zor hem de kolaydır.
Miras öyle bir şeydir ki, insana yapışır ve kalır. Bazen büyük kahramanlıklar miras bırakılırken bazen de tarih boyunca unutulmayacak lekeler miras bırakılır. Sen de mi Brütüs? Tarihin en sitemli haykırışıdır. Brütüs, asla bu lekenden kurtulamaz. Tarih boyunca birçok Brütüs haksız yere nice cana mal olmuştur. Bunlar her zaman ihanet ve entrika ile anılmıştır. İşte bu bir kötü mirastır. Tarih boyunca üzerine yapışmıştır. Milletlerde kendinden sonraki nesle hayırla veya şer ile yâd edilecek miraslar bırakırlar. Tarih boyunca yaşana gelen bu süreç içerisinde milletlerde bir kişilik veya şahsiyet kazanırlar.
Bazı milletler için kahpe, zalim, sinsi ve seme yakıştırmaları öylesine söylenmiş bir yakıştırma değildir.
Milletlerin tarihî süreçte yaptıklarına bakıldığı zaman olaylar kendiliğinden çözülecektir. Tarihî olayları yorumlama şeklide yine hakkaniyet dairesinde olmalıdır. Eğer hakkaniyetli bir yorum yapılmazsa bazen işgal ile fetih birbirine karıştırılabilir. Hâlbuki bu iki kelimenin birbiriyle uzaktan yakından herhangi bir ilgisi bulunmamaktadır. Zaten bu anlayış içerisinde olmayan küçük beyinliler neredeyse tebliğ ile misyonerliği de birbirine karıştırırlar. Tebliğde doğruları ve yanlışları ortaya koyup seçimi bireyin kendisine bırakma varken, misyonerlikte çeşitli hile ve desiselerle bireyi kandırma vardır. Bu kandırma sürecinde ise her türlü rüşvet ve gayriahlaki söz ve eylemler mübah sayılır. Bireysel olarak yapılan bu tutum ve davranışların toplumun tümüne yayıldığı zaman, bir toplum kişiliği oluşur ve bu kişilik nesilden nesile büyüyerek aktarılır.
Şimdi bugün gücüne dayanarak dünyada kan döken veya insanları kendi sisteminin gücünü koruyabilmek için köle gibi hatta yaşamaya bile değmeyen bir yaratık gibi gören milletlerin geçmişindeki süreci iyi analiz etmemiz gerekmektedir. Milletlerin geçmişi ile ilgili açıklamalar zaman zaman ırkçı söylemlere yol açabilir. Irkçılık ise insana saygı duymayan sistemlerin başında gelir. Çünkü Allah insanları yaratırken herhangi bir maddi değeri bir üstünlük olarak belirlememiştir. Hiçbir rengin diğerine, hiçbir toprakta dünyaya gelenin diğerine bir üstünlüğü olamaz. Öyle bir durum olsa Kâbe´nin bulunduğu Mekke´de, Mescid-i Aksa´nın bulunduğu Kudüs´te dünyaya gelenler, diğer insanlara nazaran daha üstün sayılırdı. Böyle bir basitlik insana saygı duyan sistemlerde olamaz. Ancak ırkçılık, sahte değerler üretip herhangi bir kıymeti olmayan ve görüntünün ötesine geçmeyen hususları üstünlük sebebi olarak görebilmektedir. Irkçılık şahsiyetsiz bir düşünce ve davranış sistemidir.
Allah´ın insanları farklı renk, dil ve fiziki özelliklerde yaratmasındaki hikmeti iyi kavramak gerekmektedir. ?Ey insanlar! Muhakkak ki biz, sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve sizi millet millet, kabile kabile yaptık ki, tanışıp kaynaşasınız. Allah katında en şerefliniz Ondan en çok korkanınızdır.? ayet-i kerimesinden de anlaşılacağı üzere yaradan bu farklılıkta bir hikmet vesilesi kılmıştır bizlere. Şimdi bir Müslüman, mensup olduğu ırkın diğerinden daha üstün olduğunu söyleyemez. Bu kesinlikle Kur´an´ın emrine ters düşer. Ancak geçmişte yaşananları emsal göstererek insana, hakka ve adalete daha saygılı ve şahsiyetli bir millet olarak tanımlanabilir.
Bugün bu toprakların insanları sırf Türk oldukları için değil, tarihte islamın sancaktarlığını yapan, hangi millet ve toprakta olursa olsun haksızlığın karşısında duran, mazlumların ve mağdurların çağrısına her daim kulak veren şahsiyetli bir milletin evladı olmanın övüncünü yaşarlar. Bu çizgi mubahtır ve tabiidir. Bundan sonrası şahsiyetli milletin evlatlarına yakışmaz.