Yıl 1995. Mısır´da zalim Hüsnü Mübarek ve adamları yine bugünkü gibi Müslümanlara zulmediyor, haksız yere hapislerde çürütüyor ve idam ediyordu. O Müslümanların çoğunluğu İhvanı Müslimin üyesi veya sempatizanı idi.
Yine böyle haksız olarak idamla yargılananlar varmış ki, bir gün Erbakan Hocam bizi emretmişti.
Üç kişiydik çağrılan, ben, Mehmet Elkatmış ve Ahmet Dökülmez. Üçümüz de hukukçuyuz. Dedi ki:
-Gideceksiniz Mısır´a, orada uçaktan indikten sonra basın toplantısı yapacaksınız, sonra şunu yapacaksınız, daha sonra da bunu yapacaksınız.
Bir sürü talimat verdi ve:
-İhvan üyelerinin duruşması var, idamla yargılanıyorlar, onları kurtaracaksınız!
Şaştım kaldım. Çünkü ben avukatlıktan anlamam, Arapça bilmem ve Mısır´ın hukuk fakültesinden diplomam da yok. Fakat Erbakan Hocama nasıl itiraz edebilirim? Ağzımdan sadece bir söz çıktı:
-Peki Hocam, baş üstüne!
Ertesi sabah Mısır´a tarifeli uçağa binmek için giderken, Van Milletvekili Kamuran İNAN´a rastgeldik. Nereye gittiğimizi sordu. Söyleyince de hemen bize nasihate başladı:
- Basın toplantısı falan yapmaya kalkmayın, sizi hemen sınırdışı yaparlar. Sen hiç Mısır´ı tanımıyorsun, dedi
Dedim ki:
-Abi Hocam öyle emretmişse ben yaparım!
Yüzüme bakarak, manalı manalı güldü. Havaalanına gittik, tarifeli uçağa yetişeceğiz. Hocam´ın Özel Kalem Müdürü Mehmet Karaman Bey bizi bekliyormuş. Dedi ki:
-Böyle buyurun, Hocam size özel uçak tuttu.
Baktık ki küçük bir uçak. Bir pilot, üç de biz, dört kişi uçağa bindik ve Mısır´a gittik.
Kamuran İnan´ın dedikleri aklımdan çıkmıyor. Bunlar bizi hemen sınır dışı edecekler endişesi içindeyiz. Pasaport kontrolunden sonra salona geçtik. Baktık ki, Seyfülislam El Benna, yanında da üç dört tane genç var, onlar Türkçe konuşuyorlar. Mısır´da El Ezher´i bitirmişler. Bizi karşıladılar, korkuyorlar ve bizi havaalanından alıp hemen götürecekler. Ben:
-Hayır olmaz, Hocam´ın emri var, biz basın toplantısı yapacağız!
Dedim. Dediler ki:
-Kardeşim, burada basın masın olmaz. Burasını Türkiye mi sandınız?
Dedim ki:
-Hocam´ın emrini yerine getirmemiz gerek, basın yoksa ben o zaman duvarlara konuşurum.
-Oturdum duvarlara bağırmaya başladım:
-Geldik buraya, Erbakan Hocam bizi gönderdi, haksızlığı gidereceğiz! Falan filan!
Kendimce Hocam´ın emrini yerine getirmiş olduk. Bizi Kahire Oteli´ne götürdüler. Ertesi gün duruşma için bizi aldılar. Mahkeme salonu girdik.
Biraz sonra sanıklarda geldi. Sanıkları böyle aslan kafeslerinin içerisine koymuşlar. Rayın üstünde iteleyerek ortaya getirdiler. Bizi karşılayan gençlerden birini yanıma aldım, gittim sanıkların yanına. Dedim ki:
-Onlara söyle ki Erbakan Hoca onları savunması için Türkiye´den avukat gönderdi bizi.
O da tercüme etti onlara. Tahminen 13-15 kişi, hepsi öyle ağlamaya başladılar ki? Kafesin içerisinde. Öyle kafes ki, kafesin dışında da bir kafes var. İki kafes arasında bir insan kolunun yetişemeyeceği kadar da aralık var. Onlar başladılar ağlamaya, ben de ağlıyorum. Bir şeyler konuşup ağlaşıyorlar. Kendi kendime dedim ki; niye ağlıyorsun Fethullah, bunların neden ağladığını sen bilmiyorsun ki! Arkadaşıma neden ağladıklarını sordum. Aldığım cevap bende duygu seline sebep oldu. Diyorlarmış ki:
-Madem ki bizim liderimizin bizden haberi olmuş, bize avukat göndermiş, artık bizi bu zalimler assalar da bundan sonra hiç gam yemeyiz!
Öyle dediklerini öğrenince, aman Allah´ım biz de koyuverdik, ağlayan ağlayana!..
DEVAMI YARIN?