Sosyal hayatımız içerisinde ister fert olarak, ister toplum olarak, Yaşadığımız tüm alanlarda hangi davranışımız, hangi tavrımız, hangi duruşumuz, hangi söylemimiz, ne kadar kendi bünyemize uygundur. Yahut değildir?
Şöyle baktığımız zaman alacağımız cevap çok korkutucudur. Her şeyi ile; kendi özümüze uygun olarak yaptığımız ister kişisel olarak, ister toplumsal olarak; kendi değer yargılarımıza uygun davranışları yapmamaktayız. Üzülerek ifade edeyim olan biten çoğu şey bizden ve bizim kültürümüzden, irfanımızdan çok uzaklarda olan şeylerdir. Her tarafımız kuşatılmıştır. Yememiz, içmemiz, giyim ve konuşma şeklimiz, aile yaşantımız, toplumsal reflekslerimiz, ilişkilerimiz, kısacası her şey; bu kuşatılmışlık dan nasibini almaktadır. Bu kuşatma insanlarda içten içe, bir değişimi; hayat biçimi olarak kabul ettirmektedir. Bu hayat biçimi şekillenirken de tamamen kendi kültürümüze uygun olmayan yeni davranış ve yaşama şekilleri yerini almaktadır. Büyüklere saygı, paylaşma, kedere ve sevince ortak olma, komşuluk ilişkilerimiz, fakir ve garibi koruyup kollama, gibi adetlerimiz adeta tarihe gömülmüş, gibidir. Üzerlerine toprak serpilmiştir…
Moda diye bize sunulan bu dayatma, bizi her alanda kendi kültürümüze yabancılaştırmanın çabasını göstermektedir. Böylece bize hiç bir hayat tarzımıza uymayan yabancı kültürün etkisi altına girmekteyiz.
Yukarıda açıkladığımız kültür esiri oluşumuzdan basit örneklerle konuyu biraz açalım. Tüm davranışlarımıza hükümran olmuş bu acımasız istiladan örnekler verelim. Kullandığımız dil; Türkçe olmasına karşılık, çarşı Pazar yabancı kelimelerin istilasına uğramıştır. Tamam, amaç para kazanmak ta; acaba o yabancı isimleri oraya koyarken kazandığımız paranın karşısında; neler kaybettiğimizin farkında mıyız? Yeme alışkanlıklarımızı, dışarıdan gelen kültür belirlemektedir. Kendi değer yargılarımıza ait olan yeme kültürümüzü kaybetmek tehlikesi ile karşı karşıyayız. Giyim kuşam derseniz, zaten tamamen batı kültürünün rüzgarına, göre; şekil almaktadır. Düğün, dernek, toplantı, tatil, insanlar arası ilişkiler, sosyal davranışlarımız, arkadaşlık ve aile ilişkileri ve daha sayamayacağımız kadar davranışlarımız ve hareket tarzlarımız gelmiş başköşeye yerleşmiştir.
Üstelik birbirimize tahammül edememe, dışlama, ötekileştirme gibi dış kaynaklı kültürün esiri olan davranışlar normal hale gelmiştir.
Bu hayat biçimi şekillenirken de tamamen kendi kültürümüze uygun olmayan yeni davranış ve yaşama şekilleri yerini almaktadır. Büyüklere saygı, paylaşma, kedere ve sevince ortak olma, komşuluk ilişkilerimiz, fakir ve garibi koruyup kollama, gibi adetlerimiz adeta tarihe gömülmüş, gibidir. Üzerlerine toprak serpilmiştir…
Oysa tarihin her döneminde bizler kendi kültürüne, geleneğine, töresine uygun şekilde hayatını devam ettirerek bu günler gelmiş bir toplumuz.
Bugün o saygıyla andığımız yaşama şeklimizden hızla uzaklaşmak tayız. Üstelik bu durumdan hiç kaygı duymadan, keyifle kabullenerek hayatımıza devam etme arzumuz vardır.
Kültür ve İrfanımıza sahip çıkmaz isek; Bu alandaki yapılan savaşta; kaybeden taraf oluruz... Bu sorumluluk hepimizin omuzunda bir yüktür. Gelecek nesillerimizi bu tehlikeli gidiş için uyarmak zorundayız. Tedbir almak zorundayız. Yapılan onca kütüphaneler açılan yeni teknolojik atılımlar, neslimize bir hedef olarak sunulmalıdır. Enerjilerini, çaba ve gayretlerini bu alanlara yönlendirmeliyiz. Ödüllü yarışmalarla teşvik etmeliyiz.