Makalemizin başlığı bile, can acıtıcı bir durumdur. Ülkemizde son yıllarda gelişen, sadece ben, düşüncesi egomuzu sivrileştirdikçe, sivrileştiriyor. Önceleri kıskançlık, istememezlik, çekememek, gibi, tavır ve davranışlara ve onların ürünü olan düşüncelere alışmıştık. Bir insan, başka bir insanı sevmiyorsa, onun hiç bir şeye sahip olmasını istemez. Onu her alanda kıskanır. Her alanda eleştirir. Eğer o kişi, bir şeye sahip oldu ise; onu istemeyen insan, o insanın o şeye sahip olmaması gerektiğine dair ifadeler kullanır, hatta kıskançlık öyle bir boyuta ulaşır ki; akabinde iftiraya varan suçlamalar bile gelebilir. Bu davranışlar istenmeyen insanın, söz konusu olduğu her yerde devam eder, durur.
Işte bunlar önceleri kusur , kabahat olarak algılanır… Gittikçe en ağır bir suça dönüşür…
Geleneğimiz ve Medeniyetimiz insan merkezli, insanlar arası dayanışmanın çok güçlü olduğu bir temele dayanmaktadır. Zamanla Aile büyüklerimizi, akrabalarımızı, komşularımızı, dostlarımızı, arkadaşlarımızı çeşitli bahanelerle kaybettik. Kaybetmeye de devam ediyoruz. Gittikçe yalnızlaşıyoruz. Bu yalnızlık bizi hırçınlaştırıyor. İnsanlardan uzaklaşıyoruz. Bu gelişmeler sonrası, gittikçe daha hastalıklı bir insan, toplum haline dönüşüyoruz. Ondan sonra da hayatımızda olumsuzluklar yavaş, yavaş ortaya çıkmaya başlıyor. Kimi zaman, bizim mutluluk kaynağımız, diğer insanların mutsuzluğu olmaya başlıyor. Bir maç sonrası kazanan taraf sevinirken, kaybeden taraf mutsuz oluyor. İşte toplum için, tehlike çanları çalmaya başlamış oluyor. Böyle bireylere sahip bir toplum kesinlikle sağlıklı bir toplum olamaz. Bundan sonra olanlar ortadadır. Şiddet, şiddet, şiddet...
Sonrasında toplumda yaşayan insanlar; yakmadan, yıkmadan, saldırmadan, yaralamadan, kısacası her türlü şiddetten zevk alan bir toplum, insan modelini ortaya çıkarmaktadır. Bu eylemlerini her şeyi bahan ederek ortaya koymaktadırlar.
Temennimiz, bu vurdumduymazlığın nedenleri ile birlikte ortadan kalkmasıdır. İnsanların inançsız, sorumsuz, denetlenmesiz, olarak yetişdiği bir ortamdan başka bir şey beklenmez. İşin garip tarafı bazı insanlar bu eylemleri yaparken, kendi özgürlüğünü kullandığını ifade etmektedir. Bu durumun düzelmesi için eğitim de yeterli olmamaktadır. Bir insanın özgürlük diye ifade ettiği eylemler, ne zamandan beri başkalarının hayatlarına sıkıntı verecek şekilde olmaktadır. Bu nasıl bir özgürlük tanımıdır? Yoksa başkalarının mutsuz olması, onun gibi düşünenleri mutlu mu etmektedir? Asıl mesele budur. Çünkü yukarıda söylediğimiz olumsuzlukları inançlı bir insanın yapmaması gerekir. Eğer yapıyorsa, inanç eksikliğ vardır. O insan kendisini inançlı sanmaktadır. En kısa zamanda kendini kontrol etmelidir. İnanan bir insan yukarıda sıraladığımız yanlışları yapamaz. Zaten inancı yoksa; kendisini denetleyecek bir mekanizmanın olmadığı her yerde istediği şekilde eylem ve davranışları sergileyebilir. Bunun önünü alamazsınız. Kesinlikle işlenen suçun cezası caydırıcı olmak zorundadır. Bazıları için denetimin anlamı bu olsa gerektir...
Bu toplum için de geçerlidir. İnsanlar işledikleri suçun karşılığında caydırıcı cezalar almayınca, daha da cüretkar olmaktadırlar. Bakın topluma bunun çok fazla örneklerini göreceksiniz. Toplumun bir kısmı bu durumdan çok rahatsız olduğu için; en ağır cezaların verilmesini, hatta işlenen bazı suçlara karşılık, idam formülünü öne sürmektedir. Bu öneri toplum katmanlarından bir hayli destek almaktadır.
Son şehidimiz polisin sokak ortasında bir suç dosyası kabarık bir insan tarafından şehit edilmesi, insanları ayağa kaldırmıştır. Nasıl olur da, bu kadar suç dosyası kabarık olan bir insan sokakta olabilir? Sorgulamalarını ortaya çıkarmıştır.
Bu yaptığımız değerlendirme zamanımızda insanlar arasındaki veya toplumlar arasındaki ilişkilerin hangi boyuta geldiğinin en güzel örneğidir. Kısacası insani değerler gittikçe kaybolmaktadır. Kaybolan her şeyin arkasından ne gelecektir? Onu merak etmek için, topluma ve insanlara dikkatlice bakarak, davranışlarını incelemek yeterlidir. İnsani değerler eriyor. Hepimiz birbirimizi dışlamak için elimizden geleni yapıyoruz. Sen benim gibi düşünmüyorsun.... Hadi sana güle, güle... Sen benim takımı tutmuyorsun, sen benim bölgemden değilsin, sen benim partilim değilsin, sen benim mezhebimden değilsin, sen benim tarikatımdan değilsin... v.s. Hadi sana güle... Güle... Gittikçe yalnızlaşan, yalnızlaştıkça çeşitli hastalıklara ve problemlere sahip olan bir insan durumuna düşmekteyiz. Çünkü sağlıklı olabilme özelliklerini yitimekteyiz…
Toplumun huzurlu olması için, suç ortamının en aza inmesi hatta hiç olmaması demektir. Bunu temin edecek olan, suç kavramının iyi tanımlanıp, yeteri kadar ağır cezalarla karşılık bulmasıdır.
Bunun ötesinde toplumda suç niteliği taşımasa da, kusur sayılabilecek toplumu oldukça rahatsız eden davranışlar vardır. İşte bu kusurlu ve kabahatli davranışların nasıl kontrol edileceği konusunda, toplum kamuoyunu meşgul etmektedir. Trafikteki anlaşmazlıklar, gece yarısı yüksek sesle müzik çalmak, çevreyi rahatsız etmek gibi, başlıklarda toplayabiliriz.
İşte bu davranışlar da, büyük suçların işlenmesine kapı aralamaktır.
Toplumu yöneten idarenin bu anlamsız davranışları da kontrol edecek bir oluşumun ortaya konması, toplumun geneli tarafından beklenmektedir. Bu insanların doğal hakkıdır.
İnsanlar arası ilişkiler ne kadar düzgün olursa, toplumun huzur ve mutluluğu o kadar düzelecektir. Bunu beklemek hakkımızdır, diye düşünüyorum…