Anadolu topraklarının insanı, hayatını duygu odaklı idame ettirdiğinden dolayı kurallara ve kaidelere pek bağlı kalmayı sevmez. Zira kaideler onların sel gibi akan duygu coşkunluğunu belli bir disiplin içinde bir yere kanalize etmek ister. Hâlbuki insanımız o anda coşup taşmayı tercih eder. Bu durum da zaman zaman kantarın topuzunun kaçmasına sebep olur ve mecrasından çıkıverir. İşte mecrasından çıkan bu durumun iki boyutu önem arz eder. Birincisi olduğundan fazla tepki ve/veya bağlılık, diğeri ise kendini kaybetme haline bürünmüş gereksiz ve lüzumsuz pejmürdeliktir.
Ölçülü olmak toplumda saygın olmak için en önemli şartlardan biridir. Hakkın nazarında da ölçülü olanlar oldukça kıymetlidir. Bundan dolayı orta yol her daim sağlam ve insanidir. Bizler gerek müntesibi olduğumuz derneğe, vakfa ve gerekse çalıştığımız kurum ve amirlerimize karşı bu davranış şekli ile hareket etmemiz gerekir. Yoksa iş çığırından çıkar ve ortaya insani olmayan durumlar zuhur eder. Anadolu insanının gözü terazidir. Meselelere daima oturaklı bir anlayışla bakarlar. Amma ve lakin zaman zaman araya menfaat ve ikbal hevesi girince çarşının karıştığı da olmuyor değil. Yine insanımız bu tipleri tanımlamak için ?kraldan çok kralcılık? ve ?şeyh uçmaz müritleri uçurur? gibi veciz sözler kullanmışlardır.
Şöyle etrafımıza göz attığımızda maalesef hastalıklı ve çeşit çeşit türler çoğalmaya başladığını müşahede etmekteyiz. Nasıl oluyorsa daha önce bir bağı olmasa bile bu tipler ?hoca hocayı tekkede, hacı hacıyı Mekke´de, it iti dakkada bulur? sözünü ispat edercesine birbirlerini hemencecik bulmakta ve beraberce hareket edebilmektedir. Yahut bu tipler süreç içinde birbirleriyle samimi olarak muhtelif faaliyetler yapmaktadır. Bu manzaranın en çok görüldüğü mecra ise siyaset alanıdır. Siyaseti millet ve memleket menfaati için azmetmek ve gayret etmeyi bir kenara bırakıp nerede hafifmeşreplik ve kişisel çıkar üzerine iş varsa ona yönelen bir meslek olduğunu düşünenler çoğalmış durumdadır. Makam, mevkii, para ve ihale üzerine kurgulanmaya çalışılan bu alanın soytarıları da hemen ortaya çıkıp varolan kargaşayı daha da çoğaltıp bu kargaşadan bir ağız et kapmak isteyen leş kuşlarına benzemektedirler. Bununla birlikte vicdanen bir hizmet yürütmek isteyen az sayıda sağlam insan ise ya bu çarkın kirli emellerine daha da sabredemeyip çekilmek durumunda kalıyor veya mecburen kendini törpülüyor.
Bu durum sivil toplum kuruluşları içinde aynı şekilde kendini göstermektedir. Neyse ki vakıf ve derneklerimiz içerisinde hakkaniyetli çalışanların varlığı azımsanmayacak durumdadır. Ancak yukarıda bahsettiğimiz duruma giren birçok kuruluşta yok değil. İşte bu alan içerisinde ölçümüzü kaçırdığımız hususlar insanın ve toplumun muvazenesini kaybetme noktasına getirmektedir. Bir kişiyi veya meseleyi müdafaa ve muhafaza etmek insanidir. Ancak haddi aşıp sefil kölelik safhasına çıkarmak gayr-i insanidir. Bunu da saf ve temiz hissiyatının bir tezahürü olarak yapıyor ise de Anadolu tabiriyle biraz gideri vardır. Lakin meseleyi bir hesap üzerinden yürütüyorsa bu durum sadakatten çıkar sefil bir köleliğe benzer. Tamda bir kemik atmasını bekleyen ve ona kuyruk sallayan köpekler gibi.
Dikkat ediniz etrafımızda partisini, cemaatini, derneğini, kurumunu, takımını velhasıl kendiyle özdeşleştirdiği hususları ölümüne savunanların orta yoldan uzak ve sürekli değişkenlik içerisinde olduğunu görülecektir. Zira bu tiplemeler her dönemin kaymağını yeme peşindedir. Umumiyetle de başarırlar. Ancak bunların ?irabda mahalli yoktur?. Her ne olursa olsun sevdiğimiz veya nefret ettiğimiz kişilere veya kuruluşlara belli bir oranda seviyeli yaklaşmamız doğru olandır. Doğru bildiğimiz ifade etme ve onu muhafaza etmekle, kendimizi kaybedercesine müdafaa arasında çok fark vardır. İnandıklarımıza karşı görevlerimiz sadakat dairesinde yürürken, diğeri sefil kölelik seviyesizliğidir.
Unutmayınız ki sefil kölelerin sahipleri çok olur.
Sadakat yolunu tercih edenlerden olmak dileğiyle?