"Dükkan önüne" park etme sebebiyle çıkan tartışma sonunda; cinnet getiren bir vatandaş, tartıştığı esnafı vurmuş.
Başka ülkelerde nasıl bilmem ama bizde, esnafın dükkanını duvarlar sınırlayamaz.
Kaldırım onundur.
Dilediği gibi kullanır.
Onunla yetinmez, yolu da zapt eder.
Duba yerleştirir, sandalye dizer, olmadı taş koyar ama bir şekilde yolu da dükkana katar.
Nerdeyse bayrak asıp bağımsızlık ilan etmedikleri kalır.
İtiraz ettiğinizde cevap hazırdır.
"Ben vergi veriyorum arkadaş"
Bizim esnaf üç kuruş vergi verir, karşılığında kaldırım ve yola çöker...
Başınıza geldi mi bilmem;
Uzun arayışlar sonunda bulduğunuz bir küçük boşluğa park etmeye çalışırken; edep ve haya yoksunu, esnaf kılıklı bir haramzadenin, engel olmasıyla eliniz ayağınız titrer.
La havle çekip, burnunuzdan soluyarak, uzaklaşırsınız oradan.
Her köşe başını bir derebeyinin kestiği şehirlerde yaşamak, zorlaştıkça zorlaşıyor artık…
Ve şeytandan kaçar gibi beladan kaçamayanlar da oluyor işte.
Maalesef bir hadsizin zorbalığı yüzünden, hem kendi ocağı batıyor, hem de hiç tanımadığı birinin.
Tetiği çekende mi suç, yoksa çektirende mi?
Rabbim cümlemizi şehir zorbalarından ve belalardan ırak eylesin...
***
"… Medine'de hurma seçerken, Türk olduğumuzu anlayan Arap satıcı, yarı Türkçe yarı Arapça bizimle muhabbet etmeye çalıştı.
Tezgahtan ayrılırken de sevgi ve saygı dolu bir sesle arkamızdan seslendi;
"İstanbul'a vardığınızda, o mübarek beldelerde benim için de dua edin olur mu? lütfen."
Diye nakletmişti bir büyüğümüz.
Biz unutsak da unutturmaya çalışsalar da;
İstanbul sadece bir turistik şehir değil.
İstanbul sadece İstanbul değil.
İstanbul sadece bizim için değil, İslam alemi için de mübarek bir belde.
İstanbul, Ayasofya olmasa da çok değerli.