Hafta sonu torunlarımla birlikte Teknofest’i görmek, gelişmeleri yakından takip etmek için Adana’da idim. Bir biz değilmişiz teknolojik gelişmeleri merak eden, hayatımda ilk defa böylesi bir kalabalğa şahit oldum. Festival alanının genişliği de aynı. Sivas’ta yapılsa böylesi bir etkinlik neresi olur acaba dedim, yer bulamadım. Adana havalimanı bu iş için tahsis edilmiş. Kurgu çok güzeldi ama aşırı kalabalık nedeniyle bir çok şeyi atlamak zorunda kaldık. Teknofest ülkemizin yüz akı olacak büyük bir proje. Bu projede kimin emeği varsa minnet duymamak elde değil.
Gelişim, insanlık tarihinin en güçlü motorlarından biridir. Bugün geldiğimiz noktada, teknolojik gelişmelerin bir ülkenin kaderini nasıl etkilediğine hepimiz şahit oluyoruz. 2006 yılında kendi savunma sanayisi için dışa bağımlı olan bir ülke, bugün kendi teknolojisini üretebilir hale geldiyse, bu bir başarı hikâyesidir. Teknolojiye yönelmek ve bu alanda rekabet edebilmek, sadece bir tercih değil, hayatta kalmanın bir gerekliliği haline gelmiştir.
Bu konuda yaşamış olduğum bir hatıramı paylaşacağım. 2009 yılı içinde idi, gününü net hatırlamıyorum ama tarihinden ziyade yaşamış olduğum hatıramın içeriği önemli. Bugün ki yaşanılan bir çok gelişmenin motoru olacak olan genci ilk orada gördüm. Bu genç bugün milyonlarca genç ve yaşlının gönlünde taht kurmuş olan Selçuk Bayraktar idi.
O tarihte Sivas Müsiad kurucusu olarak İstanbul ‘da düzenlenen genel idare kurulu toplantısına katılmıştım. Müsiad iki ayda bir yapılan bu toplantılara bir de bakan davet ediyordu. Üyelerle toplantıya katılan bakanlar arasında ülkenin gelişmesi, işlerin düzene konması, sorunların çözümü açısından soru cavaplı faydalı toplantılardı bu toplantılar. Sivas’la ilgili benimde sorduklarım, sorun çözdüğüm konular olmuştu. Bu seferki konuk o zaman Ulaştırma Bakanı olan Binali Yıldırım idi. Kendisi de bir mühendis olan Binali Yıldırım konuşmasında dinleyenleri etkileyen teknik bir konuşma yaptı ve soru cevap kısmına geçildi. Soru soranlardan birisi de Selçuk Bayraktar idi. Elinde ki küçük bir İHA ile heyecanlı bir sunum yaptı ve yalnız kaldıklarını özellikle ordudan destek görmedikleri gibi sürekli dışlandıklarını, her yerde önlerinin kesildiğini ve iktidar olarak ne zaman bu milli meseleye el atacaklarını koca salonda bağıra bağıra kibarca sordu. Herkes pür dikkat yaşananları izlerken Bakan Binali Yıldırım özgüveni yüksek, bu heyecanlı ve cesur gence gülümseyerek “hepsi gerçekleşecek, hiç merak etme delikanlı” dedi. O gün çok dikkat çekici bir konu değildi, ülkenin çok daha başka meseleleri vardı. Ama, bugüne geldiğimizde bakanın dedikleri gerçek oldu ve Selçuk Bayraktar bugün yaptıkları ile destanlar yazar oldu. Öyle bir destan ki özünü yazmaya ne benim anlatmam, ne de kalemimin gücü yeter, yinede deneyelim.
Savunma sanayisi, bir ülkenin bağımsızlığını koruyabilmesi ve kendi çıkarlarını savunabilmesi açısından büyük önem taşır. Bir zamanlar başka ülkelerden gelecek yardımları bekleyen bir sektör, bugün bu yardıma muhtaç olmadan kendi teknolojisini üretip pazarlayabiliyorsa, bu durum sadece savunma kapasitesinin değil, aynı zamanda özgüvenin de bir göstergesidir. İşte tam da bu nedenle, gelişim yolunda atılan adımlar, bir ülkenin dünya sahnesindeki yerini belirleyen en önemli unsurlardan biridir.
Bu yolda teknolojiye yatırım yapmak, geleceği şekillendirecek en kritik adımlardan biridir. Savunma sanayisi sadece fiziksel silahlarla değil, aynı zamanda yazılımlar ve dijital sistemlerle de donanmalıdır. Bir ülkenin teknoloji üretim kapasitesi, ona sadece güvenlik sağlamaz; aynı zamanda uluslararası arenada ona saygı kazandırır. Bu tür bir başarı, hem devletlerarası rekabette avantaj sağlar hem de uluslararası prestiji artırır.
Teknoloji geliştirmek, sadece füzeler veya askeri ekipman üretmekle sınırlı değildir. Kendi radar, tarama ve tespit sistemlerini geliştirebilmek, yerli aviyonik sistemleri oluşturabilmek, uluslararası arenada fark yaratmak için son derece önemlidir. Üstelik bu sistemlerin yazılımlarını da yerli olarak üretmek, bir ülkeyi diğerlerinin önüne geçirir. Çünkü artık savaşlar sadece sahada değil, dijital dünyada da veriliyor.
Diğer taraftan, dünyaya kapalı kalıp, gelişen teknolojileri izlemek yerine üretici konumuna geçmek, bir ülkenin kendi kaderini çizmesi anlamına gelir. Sadece savunma değil, birçok alanda teknolojiye ayak uydurmak, bir milletin varlığını sürdürebilmesi için elzemdir. Eğer gelişen dünya düzenine ayak uyduramazsanız, sadece başkalarının ürettiğiyle yetinmek zorunda kalırsınız ve bu da size kalıcı bir yer sunmaz.
Geri çekilip, gelişmelere sırt çevirmek, bu süreci sadece izlemek ve hayıflanmak; tarih boyunca başarısızlık getirmiştir. Hayatta kalmak için mücadele etmek, sadece fiziksel değil, aynı zamanda zihinsel bir çabadır. “Küstüm oynamıyorum” demek, hiçbir çözüm üretmeyen bir tavırdır. Dünya hızla değişirken, gelişmeleri sadece izlemek, acziyetin ve başarısızlığın işaretidir.
Sonuçta, teknolojiye yatırım yapmayan, kendi gücünü geliştirmeyen milletler, sadece izleyici olarak kalır. Bir ülkenin geleceğini şekillendirecek olan, sadece savaş meydanlarındaki askeri güç değil, aynı zamanda dijital dünyadaki üstünlük olacaktır. Gelecek, kendini geliştirenlerin, teknoloji üretenlerin ve bu teknolojiyi tüm dünyaya sunanların olacaktır. Bunu Adana düzenlenen Teknofest’te gördüm, hayranlıkla izledim, umutluyum.