Bir Miller vardı bir zamanlar.
Zalime kahır, mazluma kalkan olan.
Tüm zulümlere set duran.
Nerede bir ah varsa, hesabını soran
Aç doyuran, açık giydiren.
İlahi kelimetullahı gaye edinip, at üstünde uyuyan, dal üstünde yiyen
Saraylarda sefa sürebilecekken seferlerde cefa çeken.
Allah´ın ismi şerifini Arza,
Adaletini Cihana,
Dinini kainata yaymaya kendini memur ve mecbur hisseden.
Aşılmaz dağları aşan, geçilmez sahraları geçen, gidilmeze giden.
Batının ve batılın göz bebeği İstanbul´a Fatih olup, yaratılmışların en şereflisinin övgüsüne mazhar olan.
Sarp kaleleri alan,
Yedi deryayı göl yapan,
Çağa açıp çağ kapatan,
Bir Millet.
Bu Millet varken;
Mazlumun göz yaşı dökülmez,
Yetime zulmedilmez,
Garip gurebaya eza cefa edilmez idi.
Askeri Allah´ın askeri,
Kılıcı Allah´ın kılıcı olmuş.
Varlığını İlahı kelimatullaha vakfetmiş bir Millet.
1300 yıl İslam´ın sancaktarı olan bu büyük Millete bir oyun oynadılar.
- istifa ettirdiler tüm görevlerinden.
- Terk ettirdiler tüm ideallerinden.
- Apar topar indirdiler hem de kendi yazdığı tarihin sahnesinden.
Gölgeden sessiz, taştan yavaşa döndü o cevval Millet.
Sanki dünyada hiç yok idi.
Ve
O yokken dağları tuttu mazlumun ahı.
Dereleri doldurdu masumun kanı.
Kafir kudurdu, zalim çıldırdı.
Dünya Cehenneme döndü o yokken.
O yokken azanı kimse terbiye edemedi,
Caniye kimse had bildiremedi.
Ama
Yokluk çok süremez, boşluk kabul edilemezdi.
Öyle de oldu.
Allahu alem;
Arzı, beşeri ve dünyevi tüm felaketler bu boşluğun öfkesi olsa gerek.
Hülasa;
Ecdada varis olamayınca,
Terbiyecimiz virüs oldu...