Terk etmek, korkaklığın/korkakların kaçışı değildir. Çoğu kez yaltaklanmıyorum demenin delikanlıca tavrıdır. Vazgeçebilme cesaretidir. Daha kutsal mefhumlar için fedakârlığa kanat açabilmektir. Benliğinizi bağladıklarınız size kalsın, izlerim silinsin, ismim unutulsun ne çıkar, lakin bir gün geri gelebilirim meydanını okuyabilmektir.
Dağlar mevkilerini değiştiremezler, buna yetecek güçleri yoktur. Çünkü iradeleri mâdumdur. Lakin insanlar konumlarını değiştirmek için yeterli iradeye sahiptir. Değerleri ve kıymetleri de, bu iradeyi nasıl kullandıklarına bağlıdır. Hicret etme iradesini gösterenler ile onları ölümüne takip edenler arasındaki en büyük fark, adanmışlıklarıdır. Nefesin bağlı olduğu ruh, ruhun bağlı olduğu nefese muhtaçtır. Bu ihtiyaç dengesinin kanatları, hep adandığı bir sevdanın ufkuna gözlerini diker. İçini evi, dışını gurbeti gibi görür. İşte o yüzden içinde mukim kalır, ama dışını terk edebilme şecâatini hep diri tutar.
Dünyanın geçiciliği, önemsiz olduğunu göstermez. Sadece bağlanmaya değmeyecek kadar muvakkat bir tarafı vardır. Dünya, ebediyet için münhaldir, lakin boşluklarda mühim meziyetler iktifa eder. Aksi halde, baki bir hayatın tarlası dünyaya yüklenmezdi. Bundandır ki, küre-i arz ciddi bir yerdir ve ciddiye alınması iktiza eder. Tereddüte mahal bırakılması icap eden beyhudelikten uzaktadır. Burası teyakkuz bostanıdır ve insanda müteyakkız olmak mecburiyetindedir. Bu sebepledir ki, terk edebilmenin manasını terennüm edenler, hayatlarının son bulmasından bir tedirginlik duymazlar. Bilakis Azrail´e yoldaşlık yapmanın tadını çıkarırlar. Ölüm meleğini tebessümle karşılayabilmek için ise, bazı şeylerden feragat edebilmek gerekir.
Bazıları ömrün saplantılı haline bağlanır kalır. Çilesiz bir yaşantının özlemini çeker ve mütemadiyen çerçevesini kendince çizdiği o konforlu günleri tahayyül eder. Lakin arzuladığı vakitler bir türlü gelmez. Belki de, o günlerden daha güzel günlere kavuşmuştur, fakat kavuştuğu merhalede daha üst bir safhaya sahip olma beklentisi, başka bir hengâmeye kapılmasına sebep olur. Sonra zamanı dolar ve giderken terk edemediği ağırlıkların altında ezilir kalır. İnsanoğlu muttasıl bir surette, başka hayatların düşlerini kurduğundan, bir türlü kendine verilmiş ömrü yaşayamaz. Bu sebeple hep gayr-ı memnundur. Burada da, terk etmenin başka bir yahşi tarafı karşımıza çıkmaktadır. Tıpkı ezan okunduğunda oyalamacayı bırakıp öze yöneliş gibi.
Kuşların uçmasının birçok hikmeti vardır. Bu hikmeti, hakkın bilgi hazinesinden ziyadesiyle rızıklanan ilmin ve bilmin hacegânı tafsilatlı bir şekilde izah edebilir. Ancak en doğrusunu Allah bilir. Yerlerin, göklerin ve ikisi arasındaki her şeyin sahibi olan Cenab-ı hak, kuşlara hem arzda yürüme, hem de sema da uçma istidadını bahşetmiştir. Lakin çoğu kez gerek kendi karnını gerekse yavrularını doyurabilmesi için, ayakları sağlam bassa bile, kanat çırpıp yeryüzünden bir süreliğine ayrılmak mecburiyetindedir. Bir an insanlarında uçtuğunu düşünmek istedim, haddimi bildim ve dudum. Terk ettim bu düşünceyi? Demek ki bazen maddi, bazen ilmi ve bazen de nefesin rızkı için fıtrata mütenasip bir biçimde ayrılıp hicret etmek gerekir.
Misal çok, lakin meramın bu kadarı kâfidir. Her şeyin iki yüzü vardır. Bu düşünce hem maddi bir gerçeklik ifade ederken, hem de tafsilatlı değerlendirmeyi öngörür. Bu nedenledir ki, terk edilişlerin de, müspet ve menfi olmak üzere, iki ciheti vardır. Kimisi haktan batıla ve kimisi de batıldan hakka gider. Birkaç kelam da, ruhumuzu kasvete çeviren ve kafeslere kilitleyen vazgeçişlerden bahsedelim.
Baba evinden ayrılan gelinlerin ve damatların yeni bir yuva kurmaları, bahar mevsimine benzer. Eskiden menkıbelerle uğurlanır ve menkıbeler eşliğinde yeni bir hayata hazırlanırdı evlilikler. Şimdilerde eşyaların gösterişi üzerine temellenmiş, bizden olmayan çizgilerin estetik anlayışını modern nazara ezdirildiği bir eğilim revaçtadır. Asırların dikkat çektiği amiller rafa kaldırılmaktadır. Yaşadığımız bu kargaşa başka şeylerin terkidir. Biz bizi kendi elimizle ve ayağımızla terk ediyoruz. Devirlerin değiştiğinden dem vurup, modern dünyanın cezbine kapılıyoruz. Artık yeni nesil bülbülün güle feryadını dinlemez ve hüthüt kuşuyla ilgilenmezmiş diyerek, gençlerimizin çeyizlerine gönül örtüleri yerine mihrapsız ve kıblesiz hayaller yerleştiriyoruz. Tabiatımıza tebelleş olmuş iddialar rüzgârın uğultusuna kurban giderken, insanoğlu iddiasından vurula vurula ölüyor, fakat biz göremiyoruz/görmüyoruz.
Patikada yürümenin popüler bir tarafı yoktur. Çünkü bulvarların şatafatı daha çekicidir. Elest meclisindeki ahdine ve amentüsüne bağlı kalmayanların terk ettiği acılı sesler ve çağrılar vardır. Bu feryatlar yüzünden kanaat diz çöker ve gafletin macerasına yenik düşülür. Akıl ve feraset akim kalır. Ruhun felçli yüzüne kitaptan arındırılmış lügatler parçalanır. Kötürüm bir maneviyatın tesirinde kalınarak karşı tarafa geçilir ve mızraklarını kardeşlerine doğru fırlatır marjinal bir hırsla. Tarih sayfaları şahittir döneklere ve dönüşmelere. Öteye geçip, ötekileştiği ve maneviyatını afili ambalajlarla ötekileştirdiği metrûklara şahittir tarih sayfaları...
Hikâye biter ve kalemim ayrılır mürekkebinden. Anlatabilmem için böyle bir ayrılıkta gerekliydi. Şimdi bu satırları kim okursa, artık benim olmaktan çıkmış demektir. Yeni bir başlangıç için terk-i diyar misali. Lakin meselenin sırrı kimi, neyi, ne kadar ve niçin terk ettiğinde saklıdır.