İnsanlığın medeniyetine ve gelişimine bütün milletler az veya çok, küçük veya büyük katkılar sunmuştur. Türk milleti de, tarihi seyri içerisinde her daim asaletine uygun bir şekilde yaşamış ve sayısız ilmi ve ictimai hizmetler yapmıştır. Gerek İslam öncesi ve gerek İslam sonrasında, hep hakkın yanında yer alarak zalime karşı dik, mazluma karşı ise merhametli olmuştur. Mazisi şan ve şerefle dolu ve bir karizmatik duruşu olan Türk milletinin tarihini, ne hazindir ki bazı aklı evveller 1919´dan itibaren başlatma garabetine düşmekte ve yüzyıllarca varlığımız ile nice hizmetimiz yok sayılmaktadır. Bir kısmı ise 1071´den bu tarafa olan zamana ağırlık vermektedir. Lakin bizim tarihimiz, binlerce yıl öncesinden başlamaktadır. (Belki) Hz. Zülkarneyn´den, atamız Oğuz Kağan´dan ve Yafes´ten neşet edip, günümüze değin yiğitlik örüntüsü halinde gelmiş ve Yüce Mevlamızın izniyle ebediyete kadar da, uçsuz bucaksız bir anlayışla devam edecektir.
Milletimiz bu muazzam tarihi içerisinde, en parlak günlerine İslamla müşerref olduktan sonra kavuşmuştur. Bilindiği üzere miladi 610 yılında Sevgili Peygamberimize (sav) ?oku? emriyle gelen İslam güneşi, yavaş yavaş dünyayı ışıtıp ve ısıtmaya başlamıştır. Yirmi üç yıllık risaletin tamamlanması sonrasında; Halife Ömer (ra) döneminde, Sasani (İran) devleti alınınca, Müslümanlarla Türkler sınır komşusu olmuştur. Talas Savaşı´na kadar ticari ve siyasi münasebetin yanı sıra; birçok kere de Türk yabgularıyla Emeviler arasında çatışmalar ve küçük çaplı savaşlar yaşanmıştır. Emeviler sonrasında Abbasi Devleti ile daha yakın ilişkiler kuran Türkler, ezeli düşmanı Çin´e karşı, Talas Savaşı´nda birlikte hareket ederek hem Çin mağlup edilmiş, hem de yeni bir dönemin temelleri atılmıştır. Türkler arasında ticari ve tebliğ faaliyetleriyle ferdi olarak başlayan İslamlaşma eğilimleri, Talas Savaşı´yla birlikte daha hızlı ve kurumsal bir şekilde yayılmaya başlamıştır. Bu süreç yaklaşık bir buçuk iki asır boyunca devam etmiş ve nerdeyse bütün Türk boyları Müslüman olmuştur. Yine bazı tarihi hakikatlerden bihaber meczuplar, Türklerin silah zoruyla Müslüman olduğunu iddia etmektedir. Türk milleti, tarihinde asla tahakkümle ve silah zoruyla boyun eğmemiştir. Bu hususta da, Allah´ın lütfu ve keremiyle fevç fevç İslamiyet´i kendi rızaları gereği kabul etmiştir. Zira İslam´ın da, Türklerinde kaderi levh-i mahfuzda böyle tahrir edilmiştir.
Cenab-ı hakkın merhamet dinini kendilerine bahşeden Türk milleti, belli bir dönem özümseme sürecinden sonra, Ahmet Yesevi başta olmak üzere, nice veliler vesilesiyle bir inkişaf dönemine girdiler. Karahanlılarla başlayan Türk-İslam devletlerinin tarihi, yüzyıllar boyunca Allah´ın dinini yüceltmek ve onun sancaktarlığını yapmak üzere mücadele ettiler. Tabiri caiz ise millet olarak şunu dediler ?ey Allah´ım, sen bizi İslamla müşerref kıldın, bizde bir minnet ve teşekkür kabilinden sana kulluk etmeye ve dinini yüceltmeye and içtik?. Türk milleti eksiklikleriyle ve noksanlıklarıyla hala islamın muhafazasını ve bütün müslümanların hamiliğini üstlenmektedir. Kendilerine verilen nimete karşılık olarak, asırlardır Zat-ı Zülcelal´e şükranlarını arz ederken, bütün dünyanın da, Türk milletine teşekkür etmesi gerekir. Aziz milletimiz, külli icraatını yalnız rıza-ı ilahi için yapmıştır. Ancak dünya tarihinde iki akın ve istila üzerinden bir hakikati belirtmek ve insanlık namına şükran borcunu ifade etme gereği vardır. Bunlardan birincisi haçlı seferleri, ikincisi ise Moğol istilasıdır.
Gerek dini, gerek siyasi ve gerekse iktisadi saiklerle gerçekleştirilen haçlı seferleri ve Moğol istilasının, sebep ve sonuçları bakımından birçok ortak yönü bulunmaktadır. Bilindiği üzere, haçlılar Kudüs maskesi altında papanın çağrılarıyla çoğunluğu barbar ve haydutlardan oluşan yüzbinlerce askerle, Anadolu´da Müslüman Türk varlığını sonlandırmak, Kudüs ve etrafını alarak, yeniden bir hıristiyan devlet oluşturup, roma hayalini gerçekleştirmek ve doğunun zenginliğini talan etmek amacıyla defalarca sefer düzenlediler. Anadolu´da Müslüman Türk varlığı, haçlı seferlerini canları pahasına durdurdu, mağlup etti ve en azından ideallerini gerçekleştiremeyecekleri kadar zayıflattı. Zaman zaman mahallî başarılar sağlasalar bile Müslüman Türk milleti asla onların emellerine boyun eğmediği gibi, mücadeleden de çekinmedi. Sonunda haçlı varlığı Anadolu´dan ve Kudüs´ten tamamen silinerek kabuğuna çekilmek zorunda kaldı. Şayet Müslüman Türk milleti tarafından, Allah için o mücadele yapılmasaydı, şimdi gerek acem diyarı (İran) gerekse kuzey Afrika bölgeleri dâhil olmak üzere Arap ülkeleri hıristiyanların esmer çocukları olarak anılacaktı. Ne dinleri, ne de benlikleri kalacaktı.
Zikrettiğimiz üzere ikinci akın ise Moğol istilasıdır. Asya´nın en doğusundan gelen acımasız Moğol orduları, insanlık ve medeniyet adına ne varsa yerle yeksan etmiştir. Bu hızlı ve canice ilerleyişleri, Anadolu´da Müslüman Türk milleti sayesinde duraksamıştır. Şayet aziz milletimizin cihangirliği olmasaydı, Moğollar kısa süre içerisinde parçalanmış Avrupa´yı da istila edecekti. Bugün kendini dünyanın efendisi zanneden Avrupa, çekik gözlü insanlarla dolup taşacaktı. Lakin Anadolu irfanlığı bir yandan askeri mücadele yaparken, diğer yandan da irşad vazifesi ile Moğolları İslamlaştırmıştır. Sonunda Türkler sayesinde hem Avrupa, hem orta dünya büyük bir beladan kurtulmuştur.
Devletler arasında muhtelif sebepler yüzünden muharebe yapılabilir. Ancak zikrettiğimiz akınlar, iki devlet veya iki millet arasındaki savaşlardan çok farklı olaylardır. Bundan dolayı haçlı seferleri ve Moğol istilasını, milletlerin birbirleriyle yaptığı savaşlarla bir tutmak ve Türklerde şu devletlerle savaştı gibi bir yanlışa düşmemek gerekir. Şu iki acımaz ve hunharca yapılan istilanın yok edilmesi nedeniyle, insanlık medeniyetinin Türk milletine bir teşekkür borcu vardır. Milletimiz bugünde hakkın savunucusu olmaya, günlük vakıaların hızlı kâr getiren yönüyle değil; İslami ve insani yönüyle bakmaktadır. İşte bu yüzden Türkiye, Ortadoğu´nun ve dünyanın vicdanı ve vicdanının sesi olmaya devam etmektedir.