Türk milleti, Peygamberimizi bir başka sevmektedir. Türkler, İslamla şereflendiklerinden itibaren Peygamberimize olması gereken saygı ve sevgiyi dillere destan bir şekilde göstermektedirler.
Ordumuza peygamber ocağı, askerimize ´´Küçük Muhammed, Muhammed´in eri´´ adını vermişiz. Askerimiz de (İstanbul´un fethiyle) Peygamberimizin övgüsüne mazhar olmuş bir milletiz. Ordusuna Mehmetçik diyen başka bir İslam ülkesi daha yoktur.
Kur´an-ı Kerim´den sonra İslamiyet´in en sahih kaynağı sayılan Peygamberimizin söz, fiil ve davranışları, Türk milletinin Buharalı bir ferdi tarafından derlenmiş, "hadis ve sünnet" kavramları ana bilim dalı haline getirilmiştir.
Emevilerde Yezid zamanında, Peygamberimizin ailesine olmadık zulümler yapılmıştır. Peygamberimizin torunları Hz. Hüseyin başı kesilerek, Hz Hasan zehirlenerek Araplar tarafından şehit edilmişlerdir. Aslında Araplar, Peygamberimizi olması gerektiği gibi sevmediler. Her Cuma hutbesinde Yezid´in emriyle Peygamberimizin ailesine hakaretler edilmiştir. Bu zulümlere dayanamayan Peygamberimizin torunlarının torunları hicret ederek Türkistan´a gitmişlerdir. Türkler, kendilerine sığınan mübarek misafirlerini Türkistan´da bağırlarına basmışlar, Türk misafirperverliğinin en güzel örneklerini vermişlerdir.
Peygamberimize olan tutkusunu "Canım kurban olsun senin yoluna; Adı güzel, kendi güzel Muhammed" dizeleriyle terennüm etmiştir. Türk milletinin Peygamber aşkı daha bir başka, daha bir anlamlıdır. Peygamberimizin yaşadığı topraklardan binlerce kilometre uzaklarda bulunuşlarından olsa gerek, Türk milleti daima Peygamberlerine hasret ile yanmış tutuşmuştur. "Arayı arayı bulsam izini-İzinin tozuna sürsem yüzümü?" dizeleriyle her an canının en fazla onu arzuladığını söyler durmuştur.
Dünyada ilk defa Peygamberimizin doğum gününü ´´Kutlu Doğum Etkinlikleri´´ olarak Türkler kutlamışlardır. Selahiddin Eyyubi döneminde Erbil Atabeyi Muzaffer Gök Börü başlatmıştır. Bilimsel toplantılar, sünnet-hadis okumaları ve etkinlikler yemekli kutlamalarla adeta bir bayram başlatmıştır.
Sultan II. Abdulhamid devrinde, padişah, Hicaz demiryolu yapılırken tarihçilere bir araştırma yaptırarak ; "Güzergah üzerinde Hz. Muhammed nerelerde durmuş ise, uzaklığına ve yakınlığına bakılmaksızın oraya bir istasyon inşa edilmesini´´ emretmiştir. Daha sonra Allahın evi olan Beytullah´ta ve Ravzâ-ı Mutahhare´de yapılan çalışmalar esnasında yüksek sesle konuşulup çalışılmaması, metal çekiç yerine ahşap tokmaklar ve çivilerin üzerine de lastik veya keçe gibi malzemeler konularak çakılmasıyla çok az ses çıkmasını sağlayarak Allaha ve Hz. Muhammed´e olan manevi saygının gereği yerine getirilmiştir.
Demiryolu inşaatında sona yaklaşılırken Abdulhamid Han, yazdığı mektupta; ´´Medine´ye varacak olan trenlerin gürültüleriyle Peygamberimizi rahatsız etmemesi için, Medine´ye yakın bir istasyon yapılmasını, o istasyonda motorların kapatılmasını, trenlerin kalan kısa mesafeyi sessiz olarak almasını´´ emretmiştir. Bu mektubu alan mühendis ve işçiler mektuptan o kadar etkilenmişler ki kalan bölümü abdest alarak gözyaşları içinde tamamlamışlardır.
İngilizler, Arabistan´ı işgal ettiklerinde ilk yok ettikleri İstanbul-Medine demiryolu olmuştur.
Surre Alayları, Osmanlı devletinde, her yıl Recep ayı geldiğinde, büyük bir aşk ve hürmetle İstanbul´dan Haramenyn´e; oranın ileri gelenlerinden en yoksullarına varıncaya kadar Hac mevsiminde dağıtılmak üzere, özel bir merasimle birlikte, para, altın ve kıymetli hediyelerin gönderilmesinden oluşan bir hizmettir. Buna "surre " denirdi. Bunu götüren özel birliklere de Surre Alayları denmekteydi. Türk Milletinin her yıl Peygamberimize hürmeten Peygamber diyarında yaşayan din kardeşlerine hediyeleriydi.
Cihanı titreten Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim adına Medine´de hutbe okunurken İmam ´´Sultan´ül Harameyn´´ yani Mekke ve Medine´nin sultanı anlamındaki ifadeyi duyar duymaz Yavuz, ayağa kalkarak öyle değil ´´Hadem´ül Harameyn´´ yani bu mübarek beldelerin hizmetkârı olduğunu bildirerek o şekilde okunmasını emretmiştir. Sonra da; ´´Buralarda hizmetçilerin simgesini sorar´´ ve kendisinin Peygamberimizin hizmetçisi, kölesi anlamındaki simge olan kulağına küpeyi takar. Alınana kadar her padişah İstanbul´u kuşatmıştır. Peygamberimizin; ´´Ne güzel komutan, ne güzel asker´´ müjdesine ermek için.
Türk Milletinin Viyana kapılarına kadar dayanması salt toprak kazanmak için değildir; Kelimeyi Tevhidi yaymak içindir. Bosna-Hersekliler, Arnavutlar onlarca milletin Müslüman olmasına vesile olan Türk Milletinin hedefi Hz. Muhammed´in tebliğini ulaştırmaktır. Yine 300 yıldan fazla süren haçlı seferlerine destansı bir mücadeleyle karşı koyarak İslam Alemini Araplardan-Kürtlere kadar hıristiyanlaşmalarının önüne geçmiştir Türk Milleti.
Türk milletinin Peygamber aşkını ifade eden en bâriz örneklerden birisi de, ona ait en ufak bir hâtırayı canından aziz bilmesi, onları altın kaplar içinde muhâfaza etmesidir. Peygamberimizin bir tek sakalı şerifinin, hırkasının, ayak izlerinin, mektuplarının, mübârek dişlerinin birer Kutsal Emânet olarak görülüp saklanması hep onun aşkındandır. Türk Edebiyatında yazılmış binlerce Nât (Peygamber Sevgisini Anlatan Şiirler) de bu milletin onu ne kadar çok sevdiğinin bir başka göstergesidir. Süleyman Çelebi de meşhur Mevlid´inin her satırını Peygamber sevgisiyle nakış nakış işlemiş; milletimiz ise onun doğum günü olan Mevlid Kandillerini bu satırlarla kutlamıştır. Türkler, Peygamberimizi görmeden bir başka sevdiler.
Osmanlı padişahları, Hicaz (Mekke-Medine) valisine mektup gönderecekleri vakit, abdest alırlar, ayağa kalkar, kıbleye dönerler ´´Peygamberimizin beldesine gidecek´´ diye ayakta huşu vaziyetinde sözlerini söylerler, katipler de yazardı. İşte Türk Milletinde Peygamber sevgisi.
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?