Miladi 571 yılında şanlı peygamberimizin dünyaya gelişi ile olağanüstü haller yaşanmış ve arz-ı âlemde yeni bir devir başlamıştı. 610 yılına gelindiğinde çağrılara bir çağrı olan ?oku? emri, yeryüzünü ilmek ilmek örecek nakışların habercisiydi. Devamında, çileli ancak kutlu bir yolculuk olan hicret ile Medine İslam devleti kurularak, insanlığın unutmuş olduğu birçok haslet, yeniden gün yüzüne çıktı. Başta Türkler olmak üzere; bütün milletler fevç fevç îmanî merhametle müşerref olmaktaydı. Bu süreç akabinde, cihadı amaç edinenTürk-İslam devletleri ve beyliklerinin, arzın her bir toprağına hayat veren ilerleyişleri, Avrupa´da büyük korkuya sebebiyet vermekteydi. Çünkü batı yokluk ve yoksulluk içinde kıvranmaktaydı. Avrupa sadece madden değil; fikren ve ilmen de büyük bir boşluk içindeydi. Buna mukabil İslam dünyası ilimi, iktisadi, askeri ve siyasi olarak oldukça önemli gelişmeler kat etmişti.
Tarihte Müslümanlar ne zaman terakki etmişse, buna mani olmak için kilise hemen sinsi planlar kurgulamıştır. İşte 1096-1272 yılları arasında yapılan ?Birinci Haçlı Seferleri? de kilise önderliğinde İslam ve onun birinci dönem sancaktarlığını yapan Türkleri durdurmak için gerçekleştirilmiştir. Nispeten başarılı sonuçlar da alınmıştır. Lakin en büyük kazanımları ise Moğolların da etkisiyle, Anadolu´da Türkleri durdurmak olmuştur. Aziz milletimiz hem Moğol hem de haçlı belasını def ettikten sonra, yeni bir dönemin içine girmiş ve Osmanlı Devleti ile yeniden şahlanışa geçmiştir. Devlet-i Âlî´nin Trakya´ya intikalinden sonra başlayan ve İstanbul´un fethine kadar devam eden ?İkinci Haçlı Seferleri?, Kosova Ovası´nda, Varna düzlüklerinde ve Niğbolu önlerinde bozguna uğratılmıştır. Türkleri, Avrupa´dan atma hayali ile müteselsilen tertip edilen ?İkinci Haçlı Seferleri?, İstanbul´un saadetli günlere kavuşmasıyla birlikte, Müslüman Türklerin kesin zaferiyle sonuçlanmıştır.
Doğuda İstanbul´un fethi, batıda Endülüs´ün tamamen yıkılması, Avrupa´da birçok hususu yerinden oynatmış ve onlar için önemli bir dönem başlamıştır. Kendi içlerinde büyük buhranlar yaşasalar da, kabul etmek gerekir ki, özellikle İslam dünyasının bilimsel çalışmaları üzerinde yaptıkları araştırmalar ve coğrafi keşifler neticesinde, yeni kaynak ve sömürgeler ile büyük ilerleme kaydettiler. Batı, hemen her alanda zamanla yarışıp ayıplarını örterken, İslam dünyası ise çekişme, isyan ve senlik-benlik davasında patinaj dönemine girmişti. Maalesef şartlar değişmiş, Avrupa Osmanlı karşısında birçok alanda üstünlük sağlar hale gelmişti. Bunun yanında, Rusya´nın da yayılmacı politikası eklenince, devletin gücü iyice azalmıştı. İşte kilise için ?Birinci ve İkinci Haçlı Seferleri?nin intikamını almanın tam zamanıydı. Ama artık tilki akıllanmış ve kurda karşı kavga yerine siyasi saiklerle saldırması gerektiğini biliyordu. Osmanlı´nın duraklama ve gerileme safhasına girmesi, batının iştahını kabartıyor ve her yanda desise rüzgârları esiyordu. Başta İngiltere olmak üzere, Avrupalı devletler tırnaklarını geçirdikleri yeri, kangren haline dönüştürüyordu. Bir de kendilerine hayran olan Osmanlı paşaları ve yazar-çizerler de eklenince, ?Üçüncü Haçlı Seferleri?ni başlatmak pekte zor olmadı. Özellikle sömürgelerde yaşayan Müslümanlar, İstanbul´daki halifeye bağlılıklarını iletiyor bu yüzden zaman zaman arızalar çıkabiliyordu. Müslümanları görünürde bile olsa, bir arada tutan ve zaman zaman siyasi güç olarak varlığını koruyan bu makamın önce işlevsiz hale gelmesi, sonrasında da tümden kaldırılması gerekliydi. Onun için halifelik makamı ile İslam dünyasını temsil eden Osmanlı üzerinde ameliyat yapılarak hem hedefe ulaşılmalıydı, hem de ?Birinci ve İkinci Haçlı Seferleri?nin intikamı alınmalıydı. Devlet-i Âlîyye´nin durumu göz önüne alındığında, batının emelleri için bütün şartlar müsait hale gelmişti.
İşte bu şerait içinde, İngilizlerin yoğun faaliyetleri sonrasında; ?Üçüncü Haçlı Seferleri? 1839 tarihli ?Tanzimat Fermanı? ile başlayıp ?Islahat Fermanı? ile devam etmiştir. Stratford Canning, Gertrude Bell ve Thomas Edward Lawrence başta olmak üzere, siyonist Theodor Herzl gibi daha nice meşru vazifeli gibi görünen casuslar, topraklarımız ve değerlerimizde at oynatıyordu. Derin güçler, ?Üçüncü Haçlı Seferleri?ni öylesine sistematik götürüyordu ki, bir yandan Osmanlı´yı ve onun nezdinde Türkleri ve İslam´ı yok etme faaliyetleri sürdürürken, diğer yandan da, kendi payına daha fazla imkân sağlamanın peşindeydi. Bazen Rusya´ya karşı Koca Çınar´ın yanında yer alma, bazen Kavalalı isyanına karşı devleti destekleme, bazen Fransızlar tarafından Padişaha Fransa´nın en itibarlı nişanı olan "Legion d´Honneur"u takdim etme, bazen de İngilizler tarafından ?Dizbağı Nişanı?nın sunulması şeklinde devam etmekteydi.
Hem nalına hem mıhına vurulduğu bu dönem; içimizdeki uşak, muhteris ve beceriksizlerin de etkisiyle Sultan Abdülhamit Han´ın hal edilmesine kadar vardı. Sonrasında bu kadar İngiliz ve Fransız hayranı paşalar, nasıl olduysa Birinci Dünya Savaşı´na Almanların yanında devleti savaş mecbur ettiler ve Çanakkale´de yedi düvele karşı büyük bir zafer kazanılmasına rağmen, mukaddes tarihimizi Sevr Anlaşması´na mahkûm ettiler. Gerek Abdulhamid Han´ın tahtan indirilmesi ve gerekse Birinci Dünya Savaşı´na yanlış stratejilerle girilmek zorunda kalınması, aslında batın en büyük kozlarıydı. Bu feraseti çıplaklar yüzünden büyük zelzele yaşansa da, aziz milletimizin sezgileri ile istiklal harbi kazanılmış ve azda olsa topraklarımızın ve benliğimizin muhafaza edilmesi umudu doğmuştu. Ancak akın akın gelen ?Üçüncü Haçlı Seferleri? istiklal mücadelesiyle durdurulmuş gözükse de, daha sonraki süreçte hem Türk dünyasının, hem de diğer Müslüman milletlerin umut beslediği Anadolu topraklarında, yeniden kıyıma devam edecekti.
Batı cephesinde değişen bir şey yoktur. Asıl mesele, bizim nerede durduğumuz?