Bu yazı, bir gönül kuruluşunda görev alan arkadaşımın yaşadıklarından esinlenerek kaleme alınmıştır.
Amin Maalouf ?hiçbir şeye şaşırma. Hakikatin de, insanların da iki yüzü vardır? der. Haliyle şu varlık âleminde zuhur eden her bir hususun farklı yönleri vardır. Doğumla ölümün bize her lahza insanlık dersi verdiği gerçeğinden hareketle, iki gözümüzün olması da, başka bir hakikat göstergesidir. Hemen yanı başımızda meydana gelen olayları çoğu zaman yakın körlüğü, yakın sarılığı ve yakın hissizliği ile yanlış bir şekilde değerlendirmekteyiz. Bu hastalığa hem kişiler, hem de sorumluluk sahipleri yakalandığında; yıldızlar gökyüzünden birer birer dökülür, müebbet bir karanlık başlar ve hakikate sefil mütecaviz musallat olur.
Mert şahsiyetlerin en önemli özelliği, hayatının temeline ahlak mefhumunu yerleştirmeleridir. Haliyle sevme ve eleştirme anlayışının velveleci uyanıklar tarafından çölleştirildiği şu zamanda; ahlakı bir vâsıta değil, yeniden asıl öğe olarak konumlandırmak gerekir. Yoksa yanıbaşımızda cereyan eden her türlü samimi gayretleri göremediğimiz gibi, etrafımızda aşiyan edinmiş dalavereleri de sezemeyiz. Korkunç dedikodulara, vefasızlık mersiyelerine ve sanki savaş borusu çalmışçasına oluşan felaket hücumlarına sebebiyet verebiliriz. İşte tam da burada keşke yakınımızdan meydana gelen olayları görebileceğimiz ve perde arkasını fehmedebileceğimiz bir yakın gözlüğümüz olabilse. Zira eskiler ?insanın kendini kandırmasından daha büyük bir aldatmaca yoktur? derler. Haliyle hayatımızdaki heybetli veya asgari güzellikleri de, melanet dolu belaları da nisyan ile değil; ahlaki bir duruş ve sezgi ile değerlendirdiğimiz zaman, teessür taşlarını tebessüm yollarına dönüştürebiliriz. Özellikle devlet büyükleri ve idareciler, çevresindeki teveccüh ve coşku dolu sözler ve haller ile düğümlerle dolu, gizli ve sonu gelmez yalan urganlarını sarih bir şekilde görmesi gerekir. Ne yazık ki, çoğu zaman tecrübe, ilim ve iyi insan olmak dahi, desiseler zincirini görmeye yetmemektedir. İdarecilerimiz ve insanımız efsunlanmış ve soluğu kesilmiş bir halde, gaflet rüzgârlarında sonbahar yaprağı gibi savrulup gitmektedir. Kimisi bazı meseleler üzerinden, kimisi de dostlarının telkinlerinden bir uyanma sürecine girerken, çoğu ise yakın körlüğü ve yakın hissizliği içerisinde yılanların ve çıyanların üzerine geldiğinden habersiz uyanıklık uykusunun gafletine yenik düşmektedir. Belki de eskiler ?yakınlık uzaklık sebebidir? derken bugün yaşanan bu açık sahneli, ancak gizli senaryolu günleri de ifade etmişlerdir. Hemen yanıbaşımızda ortaya çıkan hususları, doğu ile batı arasındaki mesafe gibi sersemlik gürültüsü içerisinde duyamıyoruz. Bu sağırlık nedeniyle, yanlıştan doğruluğa yöneltmek üzere uyarı yapan dostlar, keder ve elem dolu sözlerle uzaklaştırılırken; taklacılar ise yol gösterici gibi ağırlanıp izzete matuf edilmektedir. Kulaklara üfürülen yalan yanlış bilgilerle, iki kere iki bazen üç, bazen de beş şeklinde hesaplanmaktadır.
Gözlere ve kalplere inen perdenin seçkin kişilerde nadir görüldüğüne dair tarih bize birçok kanıt sunmuştur. Ağırbaşlı ve temkinli şahsiyetlerin etrafında inciler yer alırken, hafif meşrep ve zayıf tıynetlerin çevresinde lakırdı meczupları dolaşır. Manadan uzak, sığlık muhabbetleri, yakışıksız benzetmeler ve kargaşa çığırtkanlıkları ile sahnede yer alan bu karakter çakmalarını görmeyenler; gözlerine ve kalplerine perde inenlerin bizzat kendileridir. Yok olmanın ve çürüyüp zayi olmanın sabahında, talihsiz bir şekilde kabre konulmaya benzer bu kişiler. Tıpkı kimsenin içten rahmet dilemediği ve yapılan duaya kalben âmin demediği bir cenaze töreni gibidir. Kardeşlerinin sözlerine aldırmayan yakın sağırlar, hep savunma hastalığı ile hakikat hırsızlarını müdafaa eder. Ancak bu yolda, dostluğun gereği olarak son raddeye kadar doğruları anlatmak gerekir. Bu son raddeye rağmen uyanmayanların durumu ise şöyledir.
Çaresiz ve cüzzam derdine duçar olmuş, onur ve haysiyet laflarının ağır geldiği, fırıldak ülkesinin öncülüğünü yapan, zayıflara karşı cesur, güçlülere karşı pısırıklık gösteren bu öcü ruhlu dalkavuklara rağbet edenlere bir yerden sonra tavsiye ve nasihat çaresiz kalmaktadır. Bir aşamadan sonra doğruları da bıktırmanın anlamı yoktur. İki göz, iki kulak, gönül ve yürek olmak üzere iki kalp görmüyor, duymuyor ve hala hissetmiyorsa; halk tabiri ile ?bırak sarhoş devrildiği yerde kalsın? anlayışını ısrarla kendi tercih etmiş demektir. Pek kıymetli bir arkadaşımın tabiri ile ?insan etrafındaki beş kişinin ortalamasıdır?. Haliyle kişi kendinin mertebesini görmek istiyorsa, etrafındakilerin ortalamasına bakabilir. Çevresindeki ?yüzü kuzu ruhu kurt? olanları ısrarla yaren kabul edenler, süratle uçuruma koşanlar gibidir.
Nice devletler, kurumlar ve gelenekler bu yakın körlüğü, sağırlığı ve hissizliği yüzünden yıkılmış veya rüsvay olmuştur. Bu sebeple; ne olur yakınımızda ki hem olumlu hem de olumsuz vakıaları mücevher terzisi hassaslığında ölçüp-tartıp ona göre hüküm verelim. Allah bütün insanlara iyiliğe devam, kötülüğe dur diyebilecek feraseti ihsan etmişken; iblisin sefil yoldaşlığını yapmayalım. Şuurlu bir uyanıklık hal ile konuşalım, susalım ve hareket edelim.
Bu dairede bize düşen vazife, önce nefsimizin sinsi zulmüne, sonra aile ve akrabalarımızın karmaşıklık çukuruna düşmesine, daha sonra da dost ve arkadaşlarımızın müstahkem saflarda kalmalarına elimizden geldiğince gayret etmeliyiz. Manen yakın gözlüğünün gösterdiklerinin sadakat neferliğini yapmaya ve mütemadiyen duruşumuza ve adımlarımıza hassasiyet göstermeliyiz. Etrafımızdaki güzellikleri ve fenalıkları bu duruşla değerlendirmeliyiz.