Yöneticilik doğuştan bir yetenek ve sonradan gerek tecrübe ve gerekse bilgi birikimi ile icra edilen çok mühim bir vazifedir. Herkesin ziyadesiyle istediği ancak çok az kimsenin muvaffak olduğu yönetim ve yöneticilik, sistematik bir süreç içerisinde yürütülmesi gereken elzem ve kutsal bir görevdir. Bu vazifeyi bir peygamber mesleği olarak algılayıp rıza-ı ilahi için yürütenler ancak başarılı olabilenlerdir. Bunun haricinde günümüzün hastalığı olan hamasi söylemler, popülist reklamlar ve laf kalabalıkları hakiki bir başarı getirmez.
Bu kutsal görevi ifa edenler liyakat ve ehliyet kaidelerine göre seçilmedikleri zaman; nihayetinde bir yığın sorun, kalp kırıklığı, geriye gitme, zarar etme ve daha birçok olumsuz hadise ortaya çıkmaktadır. Herkesin en iyisini yapma gayreti olmasına rağmen ve yine herkesin en iyisini yaptığını zannetmesine rağmen; ortada bu kadar sıkıntı, arıza ve şikâyetlerin yer alması da manidardır. İşte asıl mesele bu durumun iyi tetkik edilip edilmediğinde gizlidir. Birkaç hususta arz edelim.
İnsanoğlu ?iğneyi kendine çuvaldızı başkasına batır? veciz sözünü sadece bir atasözü olarak algılamakta ve bunu hayatına aksedememe hastalığı ile sürekli kendini ve etrafını müdafaa etmeyi tercih etmektedir. Bu meslek hastalığına bir yakalandı mı artık her şeyi savunma psikolojisiyle yürümektedir. Doğru tespitle iftira bile müsavi görülerek hareket edilmektedir. Hatta bir arızayı münasip dille izah eden kişiye bile düşman gözüyle bakılmakta ve izah edilen yanlıştan dolayı o kişi hakkında yakınmalar başlamaktadır. Bakınız falanca kişi de bizim hakkımızda olumsuz kelam ediyor denilerek meselenin özüyle ilgilenmek yerine otomatik savunma mekanizması üzerinden hareket ederek ortadaki yanlışı göremeyecektir. Her ne olursa olsun insanların düşünceleri önemsenmeli ve az veya çok doğruluk payının olabileceği değerlendirilmelidir.
Yönetim zaaflarından biri de bakış açısının eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Sadece kendi bildiğinin hakikat olduğunu yahut kendi yönteminin tek doğru olduğunu ısrarla iddia edenler başarısızlığın ana yoluna girmiş demektir. Bu düşünce ile bir halt edilmeyeceğini herkesin bilmesi lazım. İstişare idarenin temel taşıdır. Bundan beri durmak bir fayda getirmez. Hele istişare yapıyormuş gibi gözüküp sonuçta kendi bildiğini icra edenler güvenilirlik konumunu da kaybetmiş demektir. Bir kurumda keşmekeşin başlaması ve cadı kazanının altına ateşin yakılmasının en birinci maddesi idarecinin bu acziyetler sonucunda ısrarla kendi bildiğinden vazgeçmemesi, dünyanın kendi etrafında döndüğünü zannederek hatalar silsilesiyle hareket etmesidir. Bu tip yöneticiler görev süresi bittiğinde arayanı soranı asgariye inmiş ve bir köşeye itilmiş suçlu gibi yaşarlar. Zira bunu hak etmişlerdir.
İdarecinin sıkıntılarından biride tecrübesizliktir. Şayet özünü bilen biri ise bu tecrübesizliğinin farkında olarak durumu idare etmesini bilir. Lakin yukarıda bahsettiğimiz nobran ve kendini beğenmiş bir tip ise işte tecrübesizliğinin farkında olmadan dediğim dedik anlayışı ve idarenin gücüyle bazı işleri yürütme yoluna gidecektir. İşte kurumları ve çalışanları yıpratan, bezdiren ve motiveyi sıfıra indiren idare anlayışı bu anlayıştır. Bu tip yöneticilerin olduğu kurumlarda huzursuzluk ve memnuniyetsizlik hat safhadadır. Ağız tadıyla çalışma ortamı bitmiş demektir. Bu anlayıştaki idarecileri iyi gözlemleyin bir kalite ve kalibre sorunu vardır. Zaten o makama da hususiyetleri vesilesiyle değil başka mülahazalar sebebiyle gelmiştir.
Yönetimde başarısızlığının başlıca nedenlerinden biri de insanları iyi tanıdığını iddia edip herkes hakkında bir hükme gidilmesidir. Hataların sistematik sebeplerini araştırmak yerine karşısındakini veya astlarını suçlayıp ve onları itham ederek tek çalışanın kendisi olduğu ve kendisini vazgeçilmez bir konuma getirmesidir. Yanlışlık ile kendisi asla yan yana gelmez, kurumun bütün yükü o kişinin omuzlarındadır ve kendisi olmazsa oranın dağılması an meselesidir. Hani bir veciz söz vardır ya ?mezarlar kendini vazgeçilmez zannedenlerle doludur? işte bu anlayış çoğu zaman işlerin asgari de olsa yürütüldüğü kurumları da çalışamaz hale getirir.
Kurumları dedikodu kazanına çeviren kişilerin başında çoğu zaman idareciler gelmektedir. Sabahleyin gelip işini yürütmeye bakması lazımken kimin nerede ne şekilde açığının olduğunu kelime oyunlarıyla ve kurnazlıklarla araştırmasından kaynaklanmaktadır. Bu vesile ile kimin nasıl çalıştığını, nerede ne zaman ne şekilde hareket ettiğini öğrendiğini zannederek kuruma hâkim olduğunu sanan düşük karakterli tiplemelerdir. Yazımızın başında da geçtiği üzere peygamberi bir vazifeyi böylesine süfli fikirlerle yürütmeye çalışanlar insanların kurumlara ve devlete karşı saygısını ve güvenini sarsmaktadır. İdareci yönettiği birimdeki dedikoduyu ortadan kaldırıp huzurlu bir ortam oluşturması gerekirken bizzat kendisinin üretmesi işte başarısızlığın başka bir nedenidir.
İdarecilik bir emanettir. Bu emaneti hor kullanmak ve aslı uygun hareket etmemek ihanet sayılır. Onun için idarecilikte benliğin kabarması yerine törpülenmesi gerekir. Bu işin bir süreliğine tevdi edildiğinin bilinmesi gerekir. Yapılacak her işte ve atılacak her adımda süreç içerisinde sıralı olarak herkesin etkileneceğinin bilinmesi lazımdır. Bir çuval inciri mahvetmek için değil onu muhafaza ve değerlendirmek için görevin ifa edilmesi gerekir. Dünyada sayısız idareciler gelip geçmiştir ancak çok azlarının ismi kalmış ve örnek gösterilmiştir.
Söyledikleri ile icraatları müsavi olan idareci olmak ve onlarla karşılaşmak ve çalışmak temennisiyle?