Bugün köşemizde, SANAT VE ZANAAT üzerine SİVAS Cumhuriyet üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekan Yardımcısı Yrd.Doç.Dr. Gökhan EKEN ve yine aynı fakültede Öğretim Üyesi Yrd.Doçent Bülent BULDUK hocalarımızla keyifli bir sohbet yaptık ve hocalarımızın düşüncelerini sizlerle paylaşmak istedim. Umarım sabırla okur ve hep birlikte faydalanırız.
OKUYUCULARIMIZ İÇİN GÖKHAN EKEN´İ TANITIRMISINIZ?
-Güzel Sanatlar fakültesi Resim bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmaktayım , Sivaslıyım , Yrd. Doçentim, yaklaşık 20 yıldır bu mesleğin içerisindeyim, daha önce Milli Eğitimde görev aldım, 15 yıldır Cumhuriyet Üniversitesinde görev yapmaktayım. Erciyes Üniversitesinde Lisansımı tamamladım, Yüksek lisansımı Sivas C.Ü, Doktora mı Hacettepe Üniversitesinde yaptım.
HOCAM SANAT VE ZANAAT KAVRAMI NEDİR?
-Sanat çok öteden beri üzerine konuşulan bir olgu, pek çok yerde farklı farklı tanımlarını görürsünüz. Ancak genel tanım olarak ta ilkokul çocuklarına anlatıldığı gibi Sanat: Bir duygunun bir düşüncenin özgür bir şekilde ifadesidir. Bu farklı şekillerde ortaya çıkar, bunlar; Ses yolu ile, görseller aracılığı ile, nedensel performans aracılığı ile ortaya çıkar, Sanatta tanımında da anlaşıldığı gibi özgünlük, tek olma , biricik olma gibi bazı özellikler, bir duygu ve düşünceden esinlenme gibi temel esaslar aranır. Sanatın Zanaattan farklılığını gösteren özellikler vardır. Bunlardan bir tanesi maddi kaygı gözetilmemeli, Zanaat ise (genellikle bir) geçim kaynağıdır. O yüzden halk içinde çok söylenen bir söz vardır, ´Sanatçı olup da aç mı kalacaksın?´ yargısı hakim dir. Gerçektende sanatta maddi bir kaygı aranmaz, Zanaat geçim kaynağıdır. Sanat ile Zanaat bu anlamda birbirinden farklıdır. Diğer taraftan sanatçı olmak için mektebine de gitmek gerekmez, iyi bir sanat erbabı başka bir işle de geçimini sürdürebilir. Sanat bir yoldur , ifade biçimidir.
HOCAM SANAT VE ZANAATIN TARİHSEL SÜRECİ? ÖNCE SANAT
SONRA ZANAAT? YOKSA ÖNCE ZANAAT SONRA SANAT MI?
-Bunun ayrımını yapmak çok kolay değil, insanoğlu dünyada var olduktan sonra, tarihi vesikalara, bilgilere bakarak bazı yorumlar yapabiliyoruz. İnsanoğlunun şuurunu kazandıktan sonra kendini ifade etmeye yönelik, bize gelen ilk tarihi bilgiler mağarada ki duvar resimleri , yada kemiklerden yapılan bir takım aletler , ne mağaradaki duvar resimlerinden nede kemikten , ahşaptan , taştan yaptıkları küçük yontulara aletlere sanat eseri yada Zanaat nesnesi demek mümkün değil, bu tür şeyler genellikle günlük kullanım için yaptıkları eşyalar , ancak medeniyet ilerledikçe ve toplum olmaya başladıklarında yine hayatlarını kolaylaştıracak nesneler yapıyorlar ancak bu sefer bunlara estetik özellikler kazandırıyorlar. Müzelerde sergilenen Testiler, Kapkacaklar vs hem günlük kullanımlarını ve ihtiyaçlarını gidermek olmakla birlikte, bir taraftan bu nesneler o toplum hakkında estetiğini ifade eden bize o toplum hakkında fikir veren plastik sanat özellikleri olarak bakıyoruz biz. Sanat mı önce çıktı , Zanaat mı önce çıktı sorusu gerçekten karışık, biz bu iki kavramı ne zaman ayırmaya başladılar diyebiliriz biz buna .
HOCAM SANAT´TAN ZANAAT MI DOĞDU
YOKSA ZANAAT´TAN SANAT MI DOĞDU?
Bu sorumuzu da söyleşimizde yer alan Sivas C.Ü.G.S.F Öğretim görevlisi Yrd. Doç. Bülent BULDUK hocamız cevap veriyor
-Hocamızın bıraktığı yerden hatta biraz daha geriye alırsak Sanat ve Zanaat ayrı mı? Başlangıçta yoktu elbette. İnsanoğlunun var olduğunda sanattan söz edemeyiz, sanat kavramı oluşmamıştı. Sanat ve Zanaatın bir arada yürüdüğü dönemlerdi aslında, ikisinin kavramı aynıydı. Sanat ve Zanaat aynıydı. İnsanın dünyaya yönelik kaygısı henüz oluşmamıştı. Kaygı sadece şuydu: Varlığını devam ettirmek için avlanmaktı, ama bu kaygı aynı zamanda, bazı imajları üretmesine de yardımcı oldu. Mağara duvarlarına resimler çizildi. Ancak çizilen bu resimler şu anlama geliyordu; onları yağmurdan, çamurdan, selden koruyan baraka gibi yapılar ev değilse, çizdiği imajlar fiziksel olarak onların korktuğu şeyin yani bu kötü olaylardan koruyacaklarına inanıyorlardı. Zamanla toplumlaşma süreci artmaya başladı, kentler oluşmaya başladı, sınırlılık hali ile birlikte insanoğlunda kaygılarda yoğunlaştı zanaat´e yönelik. Bununla birlikte artı ürünler ortaya çıkmaya başladı. Günlük hayatın işleyişi ile geçim kaygısını üzerinden atmaya başladıktan itibaren örneğin karnını doyuruyor dolayısıyla artı ürün dediklerimiz süs eşyalarına yönelik kap kacak gibi işlevsel amaçlı ürünler insan ihtiyaçlarını gidermek için üretilmeye başlandı. Tarihsel süreç içerisinde yeterlimi hayır, kırılma noktaları olabilir. Biraz daha gelirsek bir dönem toplumlar modernleşmeye başladıklarında özellikle Aristokrasi saray çevresi bu dönemlerde Sanat ve Zanaatı kendi içerisinde ayırmaya başlamışlar bu da liberal sanat ve bayağı sanatlar diye ayırmışlardır. Bu grubun içerisinde liberal sanatlarda Astronomi, Şiir gibi gruplara ayırırken birde sadece el işçiliğine dayanan bayağı sanatlar dediğimiz dericilik, çiftçilik, kunduracılık, heykel, resim, mimari, eczacılık bütün bunlarda bayağı sanatlar olarak adlandırılmış, niye böyle yapmışlar peki? Çünkü el işçiliğine dayandırıldığı için. Burada artık Sanat ve Zanaat kavramı kırılma noktası olarak ortaya çıkmaya başlamıştır. Zanaate doğru ilerleyebiliyoruz. Orta çağda, Rönesans ta yine sanatçının durumu Zanaatkar olarak tanımladığımız kişiden farklı değildi. Örneğin ´ lonca´ sistemi oluşturulmuştu bu sistem içerisinde çok ağır şartlarda mesela mum ışığında çalışan insanlar yani eczacı, heykeltıraş, derici, ciltci, mimar hepsi bir arada ve bir ortamda çalışmışlardır. Yani Sanatçı ve Zanaatkar olarak adlandırılmamışlardır. El işçiliği ile üreten işçiler olarak değerlendirilmişlerdir.
AYNI SORUYA GÖKHAN HOCAM DEVAM EDİYOR
-Aslında Sanatçı ve Zanaatkar kavramı o dönemde ne Avrupa da nede Osmanlı da ayrılmamıştır. Sanat ve Zanaatın geliştiği en önemli yerler büyük yerler merkezlerdir. Batıda Sanat ve Zanaat Kiliselerde gelişmiştir. Sanatçı kavramından ziyade ´USTA´ diye birini görürüz. Sanat eğitiminde de yetenekli kişiler o USTA´nın yanında yetişiyorlar. Usta-Çırak peki bu ustalar ne yapıyorlar; Kuyumculuktan tutunda, döküm tekniklerine, cilt, tablo, heykel yapıyorlar. Onlar kabiliyetli hünerli insanlar peki bu sanat dediğimiz bu özgün alan ne zaman ortaya çıkmaya başlıyor? Rönesansta kıpırtıları ortaya çıkıyor, yavaş yavaş artık sanatçı kendi bireysel estetiğini ortaya koymaya çalışıyor. Sanatçı dediğimiz kavram bu dönemde ortaya çıkıyor. Leonardo da Vinci´ye o dönemde kimse sanatçı demiyordu ´USTA´ olarak adlandırılırdı. Bizde de Osmanlı döneminde sanatçıdan çok ´usta´ olarak adlandırılırdı. Nakkaş, Tezhip minyatür ustaları vardı, bunlar o kadar ehemmiyetliydi ki, bir el işi ile uğraşmak ve uğraşan ustalara değer verilirdi. Hatta Sarayda şehzadelere bile bu eğitimler veriliyor. Bu tür el işçiliği insan kültürüne, gelişimine katkısı var.
İSLAMDA SANAT VE ZANAAT NASILDI? BAKIŞ AÇISI NASILDI?
Öncelikle şu sınırımızı çizelim, derken Bülent BULDUK hocam söz alıyor,
-Hocamda birazdan muhakkak bahsedecektir elbette, aslında o dönemlerde Sanat gelişmemişti. Sanat kavramından bahsedebilmek için 19.yy gelmemiz lazım,
Gökhan Hocam tekrar devam ediyor;
-Aslında Sanat ve Zanaat arasında ki çetrefilli tartışmalar çok eski değil, yenidir aslında. Bir sanatçı kimliği doğdu ne zaman doğmaya başladı 18 ve 19. YY Avrupa da doğdu Türkiye de de halen tartışılmaya devam ediliyor. Herkes Sanatçıyım diye ortaya çıkıyor, herkes Zanaatkarım diyor, o sanat mıdır bu sanattır deniliyor. Bir eserin sanat eserimi değil mi konuları çok derindir. Fakat benim söyleyeceğim şu, madem İslam da sanat noktasını açtık, öncelikle söylemek gerekir ki, biz İslam tarihi konusunda uzman değiliz, ancak ben kendi adıma İslam ve Zanaat adına bir şeyler söyleyebilirim. Hocanın da biraz önce söylediği gibi Sanat ve Zanaat iç içe olduğu için İslam´ın da kabulüyle birlikte kendi sanat disiplinini ortaya koyan inanç sistemi ortaya çıkıyor, Batı da daha figüre dayalı daha somut öğelerin tasvirine dayalı bir sanat anlayışı gelişirken, İslam toplumlarında, Müslüman toplumlarında soyut düşüncenin biçimlendiği görülür. Türkler İslamiyeti kabul etmeden önce figüratif Orta Asya da ki kültürlerden de esinlenerek figüratif resim anlayışını benimsemiştir. Ancak islamın kabulüyle Figürden uzaklaşarak daha çok soyut figürlerin ifade biçimleri geometrik stilizasyona yönelerek tasvirin yasaklandığı hatta bunu da tırnak içerisinde söyleyeyim bir sürecin içerisine giriyorlar ve çok uzun sürüyor, ne zamana kadar Osmanlı dönemin de Fatih Sultan Mehmet dönemine kadar batılı anlamda sanat anlayışının benimsenmediğini görüyoruz. İlk defa Fatih Sultan Mehmet döneminde İtalya dan sanatçılar (Usta) saraya davet ediliyor ve ilk defa orada tanışıyoruz biz, ondan sonra Yavuz Sultan Selim döneminde İran sanatı ortaya çıktığını görüyoruz, Osmanlının son dönemlerinde gerçek anlamda Evrensel Sanat anlayışımız var.
Osmanlıda Sanayi-i Nefise mektebi Sanat Okulu ilk defa kurumsal anlamda sanatçı yetiştiren okulun açılması ile birlikte bu tartışmalar başlamaktadır.
TARİH NEDİR HOCAM?
-1800 ´lü yıllar , akabinde Bülent hocam söz alıyor;
-Kısaca maddeleştirerek hızlıca söyleyeyim; En başından İlkçağ, Antik çağ ve Rönesansta dahil olmak üzere Sanat ve Zanaat ayrımı yoktu, Sanatçı ve Zanaatçı terimleri birbirinin yerine kullanılıyordu. Özerk anlamda Sanatçı ve Sanat kavramı oluşmamıştı. Ancak hocamın da belirttiği gibi Rönesans döneminde kırılma noktaları ortaya çıkmaktadır. Burjuva tüccar sınıfının ortaya çıkmasıyla son bulmaya başlıyor yavaş yavaş ama, Kiliselerde sanatçı dini kavramları yapmak zorundaydı, sanat koruyuculuğu burjuva hamiliğine geçince, bu seferde burjuva sınıfının yaşam standartlarını inşa etmeye başladı. İlk defa sanat tarihinin öncü diyebileceğimiz Vasalin sanatçı biyografilerini yazmaya başlıyor, Sanatçı nesne olmaktan Özne olmaya başlıyor. Sanat ve Zanaat kimlik noktasında önemli bir yere ulaşıyor. O dönemde ortaya çıkan Sanat akademilerinin kurulması, bu önemlidir. Rönesans ta Sanatçı biyografileri yazılıyor, Akademiler kuruluyor ve Michalengelo bunun başına getiriliyor. Burjuva güçlendikçe talepleri artıyor. Neye göre talepler? Sanat eseri olmaya yönelik talepler artıyor. Haliyle kendi başına özerk alan çıkmaya başlıyor çünkü artık sarayın kilisenin tahakkümünden kurtulan sanatçı hayal gücü ve özerkliğini kullanmaya başlıyor. İşte Sanat ve Zanaatı ayıran nokta bu. Hayal gücü, özerklik ve kimlikleşme sanatçı açısından söylüyorum. Sanatçı ve Zanaatçıyı ayıracaksak özerkleşme, kimlikleşme ve hayal gücü ayrı mecrada akmak zorundadır. Bundan sonra sanatçı kendisine dayatılan işleri yürütmek zorunda değildir, kendi başına üretmeye başlayacaktır. Zanaatçı öyle değildir. Zanaat ürünü işlevsel olmak zorundadır, Burjuvanın desteklediği koleksiyonerler ortaya çıkmıştır, bunlar sanat eserlerini alıp satan kişilerdir. Bunlar kırılma noktalarının eklemeleridir. 18.yy geldiğimizde kendi başına Güzel Sanatlar kavramı ortaya çıkıyor ve estetik dediğimiz kavram ortaya çıkıyor. En önemlisi 18.yy dan sonra sanat tarihi disiplini ortaya çıkıyor. Bu andan itibaren, sanat için sanat terimi ortaya çıkıyor. Kendi dışında hiçbir şey içine almayacak sanat kavramı ortaya çıkıyor. Bu şekilde açıklayabiliriz.
SANAT 19.YY. DAN İTİBAREN KİŞİLERİN BEDENSEL VE
DUYGUSAL İHTİYAÇLARINI MI KARŞILAMALI YOKSA SANATÇININ
DUYGU VE DÜŞÜNCELERİNİ ORTAYA MI ÇIKARMALI?
-Sanat düşüncesi 19.yy da oluşmaya başladığı anda, modern sanat dönemi ortaya çıkıyor lakin bu modern döneme ilişkin itirazlarda gecikmeden ortaya çıkıyor. Sanat için Sanat anlayışını reddeden olgu ortaya çıkıyor. Az önce söylediğimiz gibi, Sanat sadece kendi içine kapanıp kendi dilinimi oluşturmalı yoksa toplumsal olarak birşeyler söyleyip yoluna devam etmeli, ya da Sanatın özerk olmaması gerektiğini, sanatçıya tanımlanan o yüce kavramları reddeden sanat anlayışı da ortaya çıkıyor. Sanat karşıtı Sanatçı eylemleri ortaya çıkıyor.
19. YY.DAN SONRA ZANAATÇİ NEDİR?
-Zanaat işlevsel olmak zorunda, faydacılık ilkesi maddi yarar gözetilmesi gerekir. Yani hizmet olma ürünü özelliğini göstermeli ve halen günümüzde bu işlevler devam ediyor. Zanaat ürünlerini icra eden kişiler elbette Zanaatkardır ama safiyane duygular içerisinde kendisini sanatçı olarak niteleyebilir, bu kavramı niye kullanıyorsun diyemeyiz. Sanat ve Zanaat Külliyatı kavramları vardır. Hayal gücü maddi karşılık gözetmeme prensibi, özerklik kendi başına bir alandır, bütün bunlar o sınırlılığı kıran şeylerdir.
Gökhan Hocam devreye giriyor;
-Zanaatkarın yaptığı işi bir sanat ürünü olarak nitelendirmesi aslında Türk Sanatına bir zarar vermez. Hocanın da dediği gibi günümüzde herkes istediği gibi kendisini tanımlayabiliyor. Şimdi ben yapılan bir işte bazı temel niteliklere bakarım. O nitelikler yerine getiriliyorsa, kimin tarafından yapıldığının önemi yoktur. Sanat eserini sağlayacak o koşullar ortada varsa o bir sanat yapıtıdır. Nedir bunlar, birincisi maddi bir çıkar gözetmeksizin ortaya konulmuş olmasıdır. Ticari bir kaygı duyulmaması gerekmektedir. Bir eser yaparsanız ve bir güç gelir servet öder. Bu sizin dışınızda gelişen bir olaydır, ya da başka bir güç gelir yapılan eseri yok eder. Tarihte bunun örnekleri çoktur. Ne yok edilmesi ne de servet ödenmesi ortaya koyulan işin sanat değerine etkilemez. Örneğin; Eski Cumhurbaşkanı Kenan EVREN´İN yapmış olduğu tablolar o dönem çok büyük paralara satılıyordu, günümüzde internet sitelerinde 1 TL ye alıcı bulamıyor. Diğer bir durum ise muhalif olma durumudur. Muhalif olma denildiğinde aklınıza sadece iktidara itiraz eden gelmesin. Muhalif olma geleneksel olarak tekrarlanan bir şeyin karşısına yeni bir şeyi ortaya koyma iddasıdır. Sanat eserinde benim aradığım özelliklerden bir tanesi de budur. Var olan disiplinle geleneğin dışına çıkarak yeni bir şey sunuyor mu bize buna bakmak gerekir. Diğer taraftan özgünlük, bir esere baktığımızda işte bu Ahmet´in işte bu Mehmet´in diyebilmeliyiz. Ama günümüzde bakıyoruz mesela Ürgüp yöresinde ki biblolar nereden çıktığı, kimin elinden çıktığı belli değil. Ama bir sanat yapıtını üslup yönünden inceliyorsunuz ve bu eser falanca kişiye ait diyebiliyorsunuz. O tarz sanatçısıyla özdeşleşmiş mesela. Bu koşullar yerine getiriliyorsa eserin sahibi ister Zanaatkar olsun, ister lokantacı ..hiç fark etmez. Bunun için bir mektep okumasına da gerek yoktur. Dolayısıyla Sanat ve Zanaat arasındaki tartışmalar uzar gider. Ama ben her işte sıraladığım bu üç kriteri ararım.
SİVAS TA SANATA VE ZANAATA BAKIŞ AÇISI NASIL?
-Sivas´a özel değil maalesef Türkiye´nin pek çok yerinde emeğin karşılığı yoktur. Emeğe saygı göstermek konusunda ciddi bir problem yaşanmaktadır. Park ve bahçelerin ortasına çöp bırakıp gitmek ne ise bir sanat ve zanaat eserine duyarsız kalmakta aynıdır. Sivas ta sanatçının sorunlarını anlata anlata bitiremeyiz. Ağızlık yapan bir ustaya da sorsak, sokakları temizleyen arkadaşlara da sorsak Halkın tutumunda kaynaklanan sıkıntıları ortaya koyacak. Ama ben kendi sanatla ilgili sıkıntılarımı söyleyeyim, Sivas ta sanat eğitimi veren bir kurumdayız ve ben de yöneticisi pozisyonundayım. Maalesef yetersizliklerimiz var, Donanımlı Sergi salonlarımız yoktur. Sivasta Müzemiz yoktur, (Arkeoloji ve etnografya müzelerini saymıyorum). Bunun dışında çağdaş müzelerimiz yok, pek çok kentte örneklerini gördüğümüz anlamda müzeler yoktur. Sivas´ın Çağdaş sanatı destekleyecek kültür politikası da maalesef yok ya da varsa yeterli değil. İstanbul da, Ankara da İzmir de, Antalya da sanat eğitimi alan bir öğrenci ile Sivas ta sanat eğitimi alan bir öğrenci arasında çok fark var maalesef. Çünkü sanat kültürü sadece eğitim kurumu içerisinde elde edilemiyor. Sanat sosyal hayatın içerisinde olgunlaşır. Nüfusumuz itibari ile yaptığımız sergiler yoğun katılımlarla gerçekleşmiyor. Sanat eserini almasa da durup eserin karşısında beş on dakikasını ayırma gerçekten kültür gelişimi için önemlidir. Maalesef bunun eksikliğini yaşıyoruz. Bir eserin kalıcılığı çok önemlidir. Zamana yenilmemesi gerekir. Sanat politikadan bağımsız bir müessesedir. Bir eserin sanat eseri olabilmesini zaman belirler. Sanat ve Zanaat bir ülkenin bir toplumun en önemli kültür varlıkları, mirasları, geçmişinden gelen, yaşatılması gereken, devam ettirilmesi gereken, bunun için usta-çırak ilişkisi, bunun için açılan eğitim kurumları, çoğaltılmalı, desteklenmeli, biz burada sanat eğitimi veren bir fakülteyiz, meslek yüksek okullarında Zanaat alanlarında eğitim veriyorlar orada hocalarımız var. Sanat ve zanaat varlıklarımız zaman içerisinde ölmemeli, varlıklarını devam ettirmeleri, ülke olarak bizim varlığımızı devam ettirmemizin yollarından bir tanesidir. Dolayısıyla değer vermemiz, sahiplenmemiz gerekiyor. Bir Ülkenin, bir yönetimin yapılan bir işi ödüllendirilmesinden ziyade o sanat çabasını koruması, muhafaza ve gelecek nesillere aktarması bence çok daha önemlidir. Kaybolan mesleklerimiz var maalesef. Üzücü ve acı. İnsanları buralara kanalize etmek gerekir. Başka bir işle uğraşıyorsa bile örneğin doktordur, öğretmendir vs. zamanının belli bir bölümünü bu işlere vererek, hem kendisine, hem millete çok önemli şeyler kazandırılabilir. Bugün bir imparatorluğu yöneten padişahların bile ok yaptığı, kuyumculuk yaptığı biliniyor. Padişahlar bile zaman ayırabiliyorsa, bizler de zaman ayırabilmeliyiz. Bu şehrin kültür sanat havuzuna sağlanacak her damlaya yürekten destek olmak isteriz. Oluşturulabilecek sanat danışma kuruluna üniversite olarak katkı sağlayabiliriz. Bu kurulun içerisinde üniversiteden hocalar, ustalarımız olabilir. İstenirse talep edilirse il dışında da şehrimize sanat eserleri kazandırılabilir, sergiler yapılabilir. Biz kurulların kurulmasından yanayız. Yetki olsun bizde olsun demiyoruz.
Sayın Cumhurbaşkanımız "Sadece iki alanda arzu ettiğimiz seviyeye ulaşamamış olmaktan dolayı Fevkalede üzgünüm, bunlardan biri eğitimdir, diğeri kültür sanattır" şeklinde ifade etti. Sizin düşünceniz hocam?
Çok önemli bir açıklama. bu açıklamadan sonra bizde üzerimize düşen vazifeleri çıkartabiliriz. Dekanımız o toplantıdaydı. YÖK´ de düzenlenen benzer toplantıya da ben iştirak ettim, benzer şeyler dile getirildi, bu anlamda somut, soyut adımlar atılacağına inanıyorum ve daha güzel günleri beraber Sanatla ve Zanaatla iç içe yaşarız.
Haftaya köşemizde Sivas Belediye Başkanı Sayın Sami AYDIN ile yaptığımız röportajımızı yayınlayacağız. Kaçırmamanızı tavsiye ederim.
SAĞLIKLI, SANATLI VE ZANAATLI GÜNLER DİLERİM?
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?