Hipertansiyonun kan basıncının yüksek olması anlamına geldiğini belirten Güllü, “Kan basıncın yüksek olmasının genel sebebi damarların tüm vücutta olması gerekenden daha kontrakte olmuş, kasılmış halde durmasıdır. Bunun neticesinde de kan basıncı ortaya çıkar. Bunun bizdeki tanımı esansiyel hipertansiyon ya da nedenini bilmediğimiz hipertansiyondur. İnsanların ekseriyetinde bu görülür. Az bir kısmında böbrek lemarları, böbrek parankim dokusu ve böbrek üstü bezi hastalığı edeniyle tansiyon yüksekliği ortaya çıkar. Bunları da sekonder hipertansiyon denir” diye konuştu.
“Baş ağrısı ile tansiyon yüksekliği arasında bir ilişki yoktur”
Hipertansiyonun genetik yatkınlığı olduğunu dile getiren Güllü, “Ekseriyetle aileden geçer. Aileden hipertansiyon genlerini almış olan insanlarda çevrenin etkisiyle de tansiyon yüksekliği ortaya çıkacaktır. Çevrenin etkisi dediğimiz zaman en önemli etkenler kilo fazlalığı, diyette fazla miktarda tuz bulunması, hareketsiz bir hayat, alkol kullanımı, sigara kullanımı. Bu durumlar hipertansiyonun gelişmesini kolaylaştırır. Ailesinde tansiyon yüksekliği bulunan insanların özellikle bunlara dikkat etmesinde fayda var. Tansiyonun özelliği sinsi bir hastalık olması. Tansiyon hastaları akut bir rahatsızlık hissetmezler. Hastanın tansiyonu 15, 16, 18 olduğu zaman herhangi bir rahatsızlık duymayabilir. Rahatsızlık duymadığı için bir tedavi arayışı içerisinde de olmayabilir. Bu nedenle tansiyon hastalarının yaklaşık yüzde 30'u veya 40'ı tansiyon hastası olduğunun farkında değildir. Tesadüfü bir şekilde ölçülmediği sürece tansiyon yüksekliği fark edilmez. Halk arasında baş ağrısı ile bir ilişkilendirme olabilir ama baş ağrısı ile tansiyon yüksekliği arasında bir ilişki yoktur. İnsanlar her tansiyonu yükseldiğinde baş ağrısı duymazlar. Ama bu halk arasında bir inanış halinde yerleşmiş durumda” ifadelerini kullandı.
Esansiyel hipertansiyon veya aileden genetik olarak alınan tansiyon yüksekliğinin 30'lu yaşlardan itibaren başladığını aktaran Güllü, “10 yıldır içerisinde yavaş yavaş yükselmeye devam eder. Bunun dışında sekonder hipertansiyon dediğimiz tansiyon yüksekliği de erken yaşlarda veya daha geç yaşlarda 30 yaşından önce veya 50 yaşından sonra başlayan sansasyonlarda sekonder bir neden olması muhtemeldir” dedi.
“Tansiyon yüksekliği genel olarak insanlarda bir şikayet nedeni olmaz ancak tansiyonu yüksek seyreden insanlarda en çok fark edilmesi gereken semptom baş ağrısıdır”
Güllü, şöyle devam etti:
“Tansiyon yüksekliği genel olarak insanlarda bir şikayet nedeni olmaz ancak tansiyonu yüksek seyreden insanlarda en çok fark edilmesi gereken semptom baş ağrısıdır. Baş ağrısı daha çok sabah uykudan uyanıldığında enseden yani başın arkasından yukarıya doğru gelen kült bir ağrı şeklindedir. Bu ağrı sabahları uykudan uyanıldığında daha çok hissedilir. Sonuçta tansiyonun ölçülmesi neticesinde tansiyon yüksekliği fark edilmiş olur.
“İnsanlar tansiyon yüksekliğinden dolayı bir rahatsızlık hissetmedikleri için tansiyonu tedavi ettirmeye ihtiyaç duymayabilirler”
Tansiyon yüksekliğinin kalıcı bir tedavisi yoktur. Maalesef hastalar ilaç kullanmak zorundadır ya da bazı invazil tansiyonun düşürülmesi gerekebilir. Pansiyon yüksekliğinde dikkat edilmesi gereken önemli noktalardan bir tanesi şu: İnsanlar tansiyon yüksekliğinden dolayı bir rahatsızlık hissetmedikleri için tansiyonu tedavi ettirmeye ihtiyaç duymayabilirler ya da aldıkları ilacın bir faydasını görmeyebilirler. Tansiyon ilacı alırsınız ama faydasını ani olarak hissetmeyebilirsiniz. Bu da ‘ben zaten içsem de içmesem de bir rahatsızlığım yok’ gibi bir yaklaşım doğurabilir. Bu nedenle tansiyon ilaçları ihmal edilmeye yatkın ilaçlardır. Ancak tansiyon hastaları şu anlık bir rahatsızlık hissetmeyebilirler. Fakat 10 veya 20 yıl sonra damar hastalığı olarak bu bizim karşımıza çıkar. Bunun sonucunda kalp damar hastalığı, beyin damar hastalığı başta olmak üzere tüm vücuttaki damarları etkileyen bir damar sertliği ortaya çıkar bunun sonucunda kalp krizi geçirmek, felç geçirmek ya da kalıcı böbrek hastası olmak tansiyon yüksekliğinin 10 ila 20 yıl arasında bizim başımıza açacağı ciddi konulardır.”
20 ile 10 yıl içerisinde kalp krizi geçirmemek için veya felç geçirmemek için vakit kaybetmeden tansiyon tedavisinin en iyi şekilde uygulaması gerektiğinin altını çizen Güllü, “İlaçları aksatmadan devam etmek yıllık kontrollerimizi yapmak gerekir. Tansiyonda zaten zaman içerisinde mutlaka değişiklikler olacaktır yıldan ya da yükselmeler olacaktır” değerlendirmesini yaptı.
“Hastalarımız ‘hiç tuz yemesin’ gibi bir tedavi yöntemimiz yoktur”
Tansiyon hastalığında tek sorumlunun sağlıkçılar ve doktorlar olmadığını savunan Prof. Dr. Güllü, “Hastaların da yapması gereken çok sayıda fazla şey vardır. En pratik olarak söylersek sigarayı bırakmak tansiyonu bir puan düşürür. Alkolü bırakmak, yemekleri tuzsuz yemek, düzenli olarak her gün 1 saat egzersiz yapmak tansiyonu düşüren etkenler arasındadır. Bunun dışında etli, yağlı, hamurlu yemekler değil de daha çok sebze ağırlıklı yemekler ile beslenmek de tansiyonu düşürebilir. Hastanın yapması gereken başta yeme alışkanlıklarını değiştirmektir. Özellikle tuz kullanımında dikkat etmek gerekir. ‘Hiç tuz yemesin’ gibi bir tedavi yöntemimiz yoktur Biz hastalarımızdan böyle bir şey istemiyoruz. Sadece yemeğini yediği zaman yemeğin tuzunu az olduğunu hissetmesi gerekir. Fazla kiloları varsa vermeleri gerekir. Zayıflamak her zaman tansiyonu 1 puan daha düşürür” diye konuştu. /İHA/
Editor : Elif Elmalı