Şadiye ÖZTÜRK

Şadiye ÖZTÜRK

"Baba bayramın mübarek ola "

Her şey çok hızla ilerliyor ve değişiyor.
İnanıyoruz ki, iki günü birbirine eşit olan zarardadır. Mekan, eşya ve teknoloji her gün daha ileriye gidiyor, övünüyoruz; daha da ileri gitmeli istiyoruz. İşlerimiz kolaylaşıyor, rahatlıyoruz, refahımız artıyor. Ama bir şeyi hızla kaybediyoruz kendimizi kaptırdığımız makam, kariyer ve ekmek kaygısında... Yalnızlaşıyoruz. Tek başımıza kalıyoruz. Koca koca odalarda, konforlu eşyalar arasında, sessiz, suskun ve yapayalnız...
Eşyayı kazanıp, yüreğimizi kaybetmek ve kaybedilmek kazanç olmasa gerek... Anlaşılmaz ve anlamsız oluyoruz. Kuşaklar birbirini anlamıyor ve anlamsız buluyor artık...
Ne hazindir ki, bugün anlamayan ve anlamsız bulan genç kuşaklar, yarınlarda daha da anlaşılmayacak ve anlamsız bulunacaklar....
Ve bayramlar, bu yalnızlığın en acı ve en derinden hissedildiği fotoğraflarla dolu...
Bundan otuz kırk yıl önceydi, 1970'lerin, 80'lerin sonlarına doğru… Anadolu kentlerinde, olduğu gibi Sivas'ta da toplum kendi dar sınırları içinde ama yüzyüze bir ilişki yaşandığı, dönemlerdi. Şehir dışında bulunan yakınlarla haberleşmenin mektuplarla olduğu, aynı şehir ya da mahalledekilerle özellikle uzun kış gecelerinde hep bir araya gelinip muhabbetlerin yapıldığı, tv'lerde dizilerin değil, acı tatlı hatıraların nakledilerek aktarıldığı misafirlikler vardı.
Çocuktuk henüz…
Evler bayrama hazırlanırdı günler öncesinden ve bir telaş başlardı, çocuk yüreklerimizi tarifi imkansız bir sevinç kaplardı. Yeni bayramlık elbiselerimizin alınacak olması heyecanlandırırdı bizleri…
Bayram kadar bayram hazırlığı da önemliydi, evin kadını kızı bir hafta öncesinden köşe bucak her yeri elden geçirir; çamaşırlar yıkanır, kilimler, perdeler, örtüler silkelenir ve temizlenirdi; mutfaktaki tüm kap-kacak yeni baştan kumlanır, parlatılır ve raflardaki yerini alırdı. Ahşaptan yapılmış oda pencereleri sahanlıklar ve merdivenler bilekler yorulurcasına tahta fırçasıyla ovularak fırçalanır, gıcır gıcır parlatılırdı. Bayrama birkaç gün kala ise aşure, yaprak sarması ve tatlıdan oluşan bayram yemekleri tencere tencere pişirilir, bayramda gelecek misafirlerini beklerdi. Bayram boyunca yemek yapılmazdı. Ve imkanlar ölçüsünde yeni elbise ve ayakkabılar alınır, eski elbiseler, yıkanır, sökükleri dikilir ve bayrama hazırlanırdı. Bayramlar ev ahalisine giyim eşyası almanın dönemlerinden biriydi. Bir de düğünlerde ya da harman sonu kış mevsimine girerken elbise alınırdı. Her aklına geldiğinde elbise almak için ne ekonomik imkan vardı ve ne de insanlar ihtiyaçları olsa da talep etmezlerdi.
Bayramlara hazırlık, bir bakıma yenilenme ve hayata yeni baştan başlama heyecanıydı ve zamanıydı sanki...
Nişanlı kızlar için ayrı bir heyecan yaşanırdı Kurban bayramlarında... Oğlanevi arifeden önce bir koç alır; koçu renk renk boyalarla süsler, sırtına kartondan yapılmış ve süslenmiş bir semer koyup, kumaşlar, entariler, yazmalar, yelekler ve ziynet eşyası yerleştirirdi. Kız evine getirilen ve gelin kızın kurbanı olarak ertesi gün kesilecek olan kınalı koç, ev halkı ve mahalleden katılan genç kızlar ve yaşlı kadınlar eşliğinde koç ile birlikte sokakların arasından geçerek, Yukarı Tekke'nin yolunu tutardı. Hep birlikte önce Abdulvahabi Gazi hazretleri ziyaret edilir, sonra kız ve oğlan evinin geçmişlerinin mezarlarında fatihalar okunurdu. Arife günleri Abdulvahabi Gazi Türbesi önünde kurbanlık koçların arasında genç kızların bayram heyecanı yaşanırdı.
Ve bayram sabahları… Namaz sonrası ailenin en yaşlısının evinde bir araya gelinirdi. Amcalar, halalar, yengeler, yeğenler, torunlar bütün bir aile bir arada olurdu. Ailenin büyüklüğü ve kalabalığı, genci yaşlısı, kadını kızı keyifli ve neşeli bir bayram kahvaltısının ardından, en büyükten başlamak üzere el öpülür, hayır dua alınır ve herkes birbiriyle bayramlaşırdı. Aileler büyüktü, kalabalıktı.
Bayram bir arada olmaktı, birlikte olmaktı bir bakıma…
Giderek içerisine sürüklendiğimiz hayat koşulları her birimizi bir tarafa savurdu şimdi… Şartlar müsait değil artık… Yıl boyu evin kadını ve erkeği çalışarak, hafta sonları çocuğunu dershaneye göndererek, akşamları dizi seyrederek, ne kendimize ne eşimize ve ne de çocuğumuza zaman ayırma fırsatımız olmuyor… Haliyle bayramlarda ya çalışarak geçiriliyor ya da yıl boyu yorgunluğundan sıyrılıp bir nefes alabilmek için o kısacık bayram günlerini fırsat bilerek bir tatil köyünde dinlenmeye ayırıyoruz.
Telefonla veya kopyalanmış mesajlarla kutluyoruz büyüklerimizin bayramlarını… Ve artık büyüklerimizde sitem etmiyor bu duruma. Yıllardır bayramlarda hep çalıştığımız için onlar da alıştılar. Sesimizi duymakla yetinmeye çalışıyorlar artık…
Ve çocukluğumuzun bayramlarında, arife ve bayram sabahlarında mahalleyi bir baştan bir başa kapı kapı gezerek memecim toplardık ve bayramlarını kutlar, ellerini öperdik komşularımızın… Şimdi bir bayram sabahında bir çocuğun kapımıza gelmesini, zilin çalmasını memecim değilse de bir şeker istemesini boşa bekliyoruz hep… Sitelerde ve apartmanlarda yaşadığımız için site görevlileri içeriye sokmuyor çocukları. Ve daha da önemlisi anne ve babalar da hiçbir şeylerini eksik etmedikleri evlerinin tek çocuklarını göndermiyorlar artık; çocukların kaçırılma korkusu da güven vermiyor aslında…
Eski bayram özlemleri değil bunlar, eskiye dönme ve eskiyi geri getirme arzusu da değil…
Sadece bir bayram sabahı çocuklarımızla ve büyüklerimizle bir arada olma özlemi... Issız oda köşelerinde, pencere önlerinde dudaklarımızda mırıldandığımız türkülerimiz gibi yani... 'Aşağıdan gelir omuz omuza/ Çiğdemde karışmış güle nergise/ Benden selam edin o vefasıza/ Baba bayramın mübarek ola…'
Bir vefa beklentisi yani... Dünde yaşamak değil, bugün yanımızda olması, yanında olmamız aslında... Dokunmak... Sarılmak... Koklamak...
Yine de, bayramlarımızın bayram tadıyla olması dileğiyle, bayramınızı tebrik ediyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Şadiye ÖZTÜRK Arşivi