Şadiye ÖZTÜRK

Şadiye ÖZTÜRK

GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ BESİNLER (ORGANİZMALAR)-GDO´LU BESİNLER- GERÇEKTEN İNSAN SAĞLIĞINA ZARARLI MI

Ülke gündemimizi şuanda, yoğun şekilde işgal eden genetiği değiştirilmiş besinlerin sağlık üzerinde olasılı etkileri konuşmadan önce, kısaca tanıyalım.
Genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO), biyoteknolojik yöntemlerle canlıların sahip olduğu gen dizilimleriyle oynanarak, mevcut özelliklerinin değiştirilmesi veya canlılara yeni özellikler kazandırılması ile elde edilen organizmalara verilen isimdir. Dünyadaki ekim alanlarına baktığımız zaman ise, başta Amerika olmak üzere, Arjantin ve Kanada' da diğer ülkelere oranla daha fazla üretildiğini bilmekteyiz. Bu yolun denemesindeki amaç ve bu yolla üretim olası katkılarını maddeler halinde söylemek gerekirse;
1. Tarım ilaçlarının kullanımının azaltılması (Her geçen gün kullanımı artan tarım ilaçları çevre ve besin kirliliğine yol açarak sağlığı tehdit etmektedir, kullanımı azaltarak hem sağlığa zararlarını en aza indirmek hem de üretim maliyeti düşürmek adına kullanışlı bir yöntemdir),
2. Çeşitli iklim koşullarına dayanaklı, uygun özellikte olmayan toprağa dayanıklı ürün yetiştirmek,
3. Besinin raf ömrünü uzatarak(Meyve ve sebzelerde pektini parçalayarak yumuşamaya neden olan poligalaktoüronaz enziminin sentezinden sorumlu genin modifikasyonuyla sebze ve meyvelerin olgunlaşması, yumuşaması ve çürümesi geciktirilerek raf ömrü uzatılmaktadır.),
4. Besin içerikliklerin değiştirilmesi (Kalp-damar hastalıkları riskini azaltmak üzere, yağların doymuş yağ asidi ve trans yağ asidi miktarını azaltıp, doymamış yağ asidi miktarını arttırmak mümkün olabilir.),
5. Rekombinant DNA teknolojisi ile besinlerin vitamin ve mineral içerikleri arttırılabilmekte, bu sayede toplumun beslenme sorunlarının çözülmesine katkı sağlanabilinir, gibi avantajlar bu teknoloji ile birlikte öngörülmektedir.
Dünyamızda yenilebilir gıdaların tüketiminin gün geçtikçe azalması, üçüncü dünya ülkelerinde özellikle açlığın ciddi bir halk problemi olması bu teknolojinin verimliliği arttırdığı için önemle çözüm yollarında bir tanesi olduğu vurgulanmaktadır. Örneğin Dünya üzerinde okul öncesi dönemdeki 3 milyon kadar çocuğun A vitamini eksikliğinden kaynaklanan görme bozukluğu varken her yıl 250 000 ile 500 000 kadarı kör olmakta bunların da üçte ikisi izleyen birkaç aylık süreçte ölmektedir. Biyoteknolojik yöntemlerle geliştirilen, A vitamini sentezleyen pirinç (golden rice) sayesinde özellikle pirincin temel tüketim maddesi olduğu bölgelerde A vitamini eksikliğinin önüne geçilebileceği öngörülmektedir. Örneğin, Dünyada demir eksikliği oldukça ciddi şekilde görülmektedir. Bu yöntemle yapılan takviyenin, besinlerin zenginleştirme yöntemine göre hem daha kolay hem de daha ekonomik olduğunu belirtmektedirler.
Yararlarından bahsettikten sonra, risklerine değinmek gerekirse; insan sağlığı yönünden riskler, çevresel riskler olmak üzere 2 grupta toparlayabiliriz. İnsan yönünden riskler açısından gözüme çarpan ilk nokta, böyle üretilen besinlerin, geleneksel yöntemlerle üretilen besinlere göre daha fazla alerjik olacağı hususudur. Bunun üzerinde birçok çalışma yapılması rağmen, daha alerjik olduğu kanıtlanamamıştır. Araştırmacılara daha çok genetik modifasyon işleminin değil de gen aktarımı yapılan madde alerjen olması durumunda alerjik etki gösterebileceği üzerinde durulmuştur.
Bir diğer üzerinde durulan husus ise, yatay DNA transferinde bazı durumlarda antibiyotik normalde midemizin ve bağırsaklarımızın içerisinde bulunan mikro organizmalara direnç geninin transferi, veya yiyeceklerle yuttuğumuz bir bakterinin, bu mikro organizmalarının oral dozda antibiyotik ilaçların alımında yaşamayı sürdürebilirler. Yatay DNA transferinin doğal durumlarda ve laboratuar koşullarında meydana gelmesine rağmen, bu muhtemelen insan midesinin asit ortamında tamamıyla ender olarak görülür. Transgenik ürünlerden antibiyotik direnç geninin geçme riski düşükken, aşamalar riski iyice düşürmektedir ve bu da bu endişeyi safha safha bitirmektedir.
Son olarak da, yabancı DNA tüketilmesinin vücudumuzun vereceği tepki üzerinde durulmaktadır. Yemek yediğimiz her zaman, DNA da yemekteyiz. DNA yaşamın düzenleyicisidir ve yaşayan varlıklar birçok hücrelerinde DNA içerirler. Yemek yediğimizde DNA'nın büyük bölümü daha basit moleküllere yıkılmaktadır. Küçük miktarı ise yıkılmaz veya kana emilir ya da dışkı ile atılır. Vücudun normal savunma siteminin bu DNA'yı tamamıyla yok ettiği düşünülmektedir. Ancak bu mekanizmanın nasıl işlediği net değildir. Şimdiye kadar transgenik ürünlerden almış olduğumuz DNA'nın, yaşam boyu tükettiğimiz geleneksel bitkisel ürünler, hayvan etleri ve bunlara bağlı mikroorganizmalardan, aldığımız DNA'dan daha tehlikeli olduğunu gösteren bir delil bulunamamıştır.
Çevresel risklere geçtiğimiz zaman başı genetiği değiştirilmiş besinlerin, toprağa geçme olasılığı çekmektedir. Normal şartlarda, Bitkilerin çoğu köklerinden toprağa kimyasallar salgılar. Genetiği değiştirilmiş bitkilerin çevresindeki toprağa verdiği olası etkiler henüz netliğe kavuşmamıştır.
Endişe duyulan başka bir konu ise, genetiği değiştirilmiş bitkilerin antibiyotik direnç genlerini topraktaki mikroorganizmalara aktararak doğadaki genel antibiyotik direncinde artışa sebep olmasıdır. Bunun yanında birçok organizma diğer organizmaların meydana getirdiği antibiyotiklere karşı doğal olarak direnç gösterir, böylelikle GD bitkilerden katılan genlerin toprağın mevcut antibiyotik seviyesine etkisini azaltacağı ön görüşü vardır.
Ürünlerin çevresindeki yabani otlarla melezlenmesi, yabani otların tarım ilaçlarına karşın direnci kazanması gibi, istenmeyen sonuçlara yol açabilir.
Tüketici tutumu ve toplumsal kabul, genetiği değiştirilmiş besinlerin üretimini, ithalatını, ve tüketimini büyük ölçüde etkilemektedir.
Tüketicinin satın alacağı besinin genetiği ile oynanmış olup olmadığını bilme ve buna göre seçimini kendi iradesiyle yapması en temel hakkıdır. Besin etiketi tüketiciyi bilgilendirici şekilde olmalıdır.
Etiketleme işlemi de Avrupa ülkelerinde ve Amerika da yapılmaya başlanmıştır. Genel prosedür ise bunlarla ilgili, Avrupa ülkelerinde uygulama, eğer genetik modifiye içeriği besinin % 0,9 sınır olarak belirlemişlerdir. Bunun altındaki değerler için besin etiketinde herhangi bir açıklama yapmamaktadırlar. Ancak, sıvı yağ örneğinde olduğu gibi bazı besinlerin içeriğinde genetiği değiştirilmiş organizmanın olup olmadığının ölçülmesini mümkün olamadığı için, bu yöntem etkili olmayacağı görüşünü benimsemişlerdir. Ancak tüketicinin bu yönde isteğinden dolayı bu şekilde bir uygulama yapılabileceği üzerinde durulmuştur. Amerika'nın bu konuda bakış açısı ise, etiketlemede, besinin nasıl üretildiği değil de, içeriğinin önemli olduğu için sadece içerik bilgisi verilmesi gerektiğini vurgulamaktadırlar. Bu yüzdende genetiği değiştirilmiş besinlerin etiket bilgilendirmesinde yer almasını zorunlu kılmamışlardır. Çünkü genetiği değiştirilmemiş besinler kadar güvenli, besleyici olduğunu savunmaktadırlar. Yeni yasalar Avrupa birliğinde bu konuyla ilgili olarak baskın değildir. Etiketlemelerde yanlış bilgilendirmede söz konusu olabiliyor.
Genetiği değiştirilmiş besinler, lezzet ya da görünüm açısından geleneksel yöntemlerle geliştirilmişe göre herhangi bir fark yoktur. Ancak bu fark ileri laboratuar yöntemleri ile belirlenebilinir.
Özetleyecek olursak, Dünyamızın nüfusu hızlı bir şekilde artmaktadır. Buna karşın bu nüfusa yetecek kadar besin kaynaklarımız bulunmamaktadır. Açlık özellikle 3. Dünya ülkelerinde çok büyük problem ve bu nedenle bir yılda milyonlarca insan kaybetmekteyiz. Bu teknolojin ile birlikte tüketilen besinlerin besleyici özellikleri artırılabilir, verimsiz topraklar kullanılarak üretim alanları genişletilebilir, daha az kimyasal tarım ilaçlar kullanılarak vücuda olan zararları en aza indirilebilir. Çeşitli hastalıkların tedavisine özgü daha ekonomik bir yol olarak kullanılabilir. Ancak çok yeni bir teknoloji olduğu için, uzun sürede insan vücuduna olan etkisi bilinmemektedir. Yukarıda sıraladığımız çeşitli risk etmenlerinde olup olmayacağına konusunda kanıtlanmış veri yoktur. Ayrıca çok dikkatli kullanılması gereken, denetimin çok sıkı bir şekilde yapılması gereken bir teknolojidir. Üretimin de kontrollü sağlanması oldukça önemlidir. Eğer bu üretime geçilirse en önemli olan noktalardan bir tanesi bunların sıkı bir şekilde denetlenmesi gerekliliğidir. Bunun yanında etiketlenme sistemi kesinlikle oluşturulmalı ve tüketici bu konu hakkında bilgilendirilmelidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Şadiye ÖZTÜRK Arşivi