
Şadiye ÖZTÜRK
SANATKAR YOK
Hani şu meşhur ustamız; Altın Çekiç'ten bahsediyordum. Sanata çekiciyle imza atan marangoz; Mustafa Usta. Aslında ona sadece 'marangoz' demek hakkını yemek olur. O, her işten anlayan komple bir sanatkar çünkü. Bizim mutfağı yaptırırken, fayans döşemecilerine, buzdolabının arkasında kafasına takılan bir bölümün yeniden yapılmasını istiyor. Fayans ustaları ise aslında kalfalığa bile terfi edememiş çıraklar. Bu yüzden, o küçük yeri yapmaktan imtina ediyorlar, 'Boş ver abi, orasına kim bakacak, Buzdolabını çekip arkasını mı inceleyecekler ' diye ipe un seriyorlar. Ustalar gittikten sonra bizim asıl ustamız işi ele alıyor. Bodrumda, banyo fayanslarından artan birkaç parçayı getirip diziyor araya. Renk tutmuyor ama o da ayrı bir güzellik oluyor, yakışıyor döşendiği zemine.
Bu ustaya, maharetine baktıkça içimden hep 'sanatkar olunmaz, sanatkar doğulur' sözü geçiyor. Hatıralarını dinliyorum ve anlıyorum ki o gerçekten doğuştan sanatkar. Bezirci'nin, Tarhana'nın tek katlı daracık evlerinde çocukluğu geçerken oyun oynamaktan çok sanata adım atmaya çalışırmış. Patatesten, pancardan, turptan, arabalar, kağnılar, oyuncaklar yaparmış. Sevdası o zaman başlamış ustamın.
Bütün akrabalarımızın evinde onun altın çekicinin mübarek izleri var. Yürüdüğümüz ahşap tabanlarda oluk oluk alın teri kalmış hatıra olarak. Ter dökmeden iş yapmaz o. Onu iki kelimeyle özetlemek gerekirse; 'Erinmeyen adam' derim. Hiçbir şeye 'neyse bu da böyle kalsın' demez, içine sinmeyen her şeyi düzeltmeden rahat etmez. Ona bir lakap bulmak gerekirse 'Çare Mustafa' derdim. O da her derde çare olduğunu bildiği için kendine bir lakap bulmuş zaten; 'Ben adımı değiştiriceğim, İmdat adını alacağım' der zaman zaman ve sonra da yüzü kıpkırmızı olana kadar güler durur. Bir de gani gönüllüdür ki sormayın gitsin. Bazen ufak tefek işler için, hiç tanımadığı kimselerden bile para almaz. Para almadığı gibi, çividir, menteşedir bir yığın masraf ettiği halde onu bile istemez. İşini asla yarım bırakmaz.
Gecenin birinde, odalardan birinin anahtarının olmadığını söyledim. Şu eski tip, büyük anahtarlardan birini aldı, eğeledi, zımparaladı ama bir türlü uyduramadı. 'Haydi yatalım, komşular rahatsız olur sesten' dedim. Ben gittim yattım, onun da yatacağını sandım. Yarım saat sonra ufak tefek seslerle uyandım. Bir de ne göreyim, 'Çare Mustafa' uyuyamamış. Gürültü etmemeye çalışarak eğelemeye ve zımparalamaya devam ediyor. Bir saat kadar sonra, eski ve kullanılmayan anahtarı adam etmiş, odanın kapı kilidini açar hale getirmişti. Ondan sonra rahat uyumuştur herhalde. Bu uyku da tabii ki ona anasının ak sütü gibi helal olsun.
Bu ustamız, bir binaya girdiği zaman eksikliklere dikkat eder ve sık sık bir söz sarf eder; 'Sanatkar yok.'. Sivas'ta bu sözü söyleyebilmeyi hak etmiş biri varsa o da Sarışın Mustafa ustadır, zira kendisi gerçek bir sanatkardır ve yapılan işlerdeki noksanlıkları objektif ölçülerle tespit eder.
Küçüklükten beri kulağı biraz ağır işitir. Buna çekiçle çivilerin savaş seslerini, hızar gürültülerini eklerseniz kulağındaki ağır işitmenin niçin gittikçe ilerlediğinin cevabını bulursunuz Kulağından küçük bir ameliyat geçirmişti o günlerde ve devlet hastanesinde yatıyordu. İki kişilik odasına ziyaret için gittiğimiz de musluğu işaret ederek,
'Sanatkar yoktur diyorum da inanmıyorsunuz' dedi. İnanmadığımız falan yoktu ama söz gelimi böyle söylüyordu.
İşaret ettiği yere baktık. Tek kelimeyle felaket.
Odada bir musluk var ve musluğun altında üçer fayanstan oluşan iki sıra mevcut. Fayansların tam ortasında olması gereken fayanslar yana döşenmiş. Daha garibi musluk lavabo taşının ortasında değil, bir hayli kenarında.
Perde desen, kornişiyle beraber bir alem. Kornişin sağ ucu pencerenin olduğu duvara 3 cm. uzaktayken sol da bu mesafe neredeyse on-on iki santimi buluyor.
Altın çekiç iki ucube işe bakıp gülüyor;
'Sanatkar yok diyorum da inanmıyorsunuz ' 'Kör olsa el yordamıyla bundan iyisini yapar' diyor haklı olarak. 'Depesizler' diyor çok kızdığında.
Bütün aksilikler ustamızı buluyor velhasıl.
Belediye, evinin bulunduğu caddeye bir asfalt döküyor. Yağmur yağdığında, kar suları eridiğinde apartmanlarının önüne doğru olan bölümde ördek besle.
Onu da gösteriyor ve meşhur deyimini tekrarlıyor;
'Sanatkar yok diyorum da inanmıyorsunuz '
Evine yakın olan Vatan Kompütür'ün önünden geçerken;
'Şu trafiğe bak hele!' diyor, 'kimin nereden gelip nereye gittiği belli mi '
Az ötede basın sitesinin önünü işaret ediyor;
'Traktörler, patates torbalarıyla yüklü kamyonlar… Şehrin merkezinde garip bir görüntü.
Hakikaten orası da tam bir muamma. Bizim çocuk orada boşuna kaza yapmamış. Bir marketin önünde çift sıra park etmiş araçlar, kuralsız dönüşler garabet bir akış. Bizim hızlı ve titiz ustamız bunları görüp de rahatsız oluyor tabii ki.
Bir gün ustamızın ikamet ettiği apartmanda hırsızlık oldu. Hem de gün ortasında. Çelik kapıyı açıp içeri giren hırsız ya da hırsızlar yükte hafif pahada ağır bir şeyler alıp sırra kadem basmışlar. Bizi ilgilendiren olayın hırsızlık boyutu değil.
Altın Çekiç, açılan kapıyı inceledi. Kapıda önemli bir hasar yok… Kapıyı açarken ses de çıkartmadıklarına göre işinin erbabı insanlar demek ki, dedi.
Altın çekiç bu ustalık önünde sustu kaldı.
'Adamlar hakiki sanatkarmış yav. Ne kapıyı bozmuş ne kilidi.' dedi.
Altın Çekiç nihayet bir sanatkar bulmuştu. Ne gariptir ki onu da tanıma fırsatımız olmadı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.