Ahmet Hasdemir
SU VE DENGE
Geçen hafta Gardaşlar Tepesi Millet Ormanı doğa yürüyüş parkurunda bir doğa yürüyüşü faaliyetimiz vardı. Aralık ayının soğuğu yoktu ortalıkta; Sivas’ın ne iliklerimize işleyen ayazı ne de doğayı örtecek o bembeyaz karı... Hava serin ama sanki kıştan çıkmış bahara giriyor gibiydi. Gökyüzü ağır ağır ağlıyor, bulutların kirpiklerinden süzülen yağmur taneleri yeryüzüne hayatın mucizesi olan suyu taşıyordu. Arkadaşlarla bazen yağan bazen duran o ince yağmurun altında saatlerce yürüdük. Toprak öyle muhtaç ki bu yağışlara… Vahşice tükettiğimiz doğal kaynakları, doğanın artık yenilemeye gücü yetmiyor.
Yaradan öyle kusursuz bir düzen kurmuş ki, insanoğlu bozmasa su da yeter, denge de kendiliğinden düzelir. Yürürken okuduğum bir bilgiyi hatırladım: Fizik kurallarına göre, gökyüzünden serbest bırakılan bir damla, direnç olmasa çok yüksek hızlara ulaşabilir. Böyle bir hızla düşen tek bir damla bile bir kurşun etkisi yaratabilir. Oysa doğada var olan denge sayesinde; hava direnci, damlanın şekli ve karmaşık etkileşimler sayesinde bu hızlar kırılır. Yağmur, saniyede sadece 8–10 km hızla yere iner ve yeryüzünü dövmek yerine adeta okşar, usulca besler. Bu, yaşamın devamı için kurulmuş hassas bir mekanizmadır. Ama bu mekanizma bile insan inadı ve ısrarıyla bozulmaya zorlanıyor.
İnsan vücudu yaklaşık 100 trilyon hücreden oluşur; o muazzam yapı tek bir hücreden başlar. Vücudumuzun % 70’i sudur; tıpkı gezegenimizin kara–su oranındaki denge gibi. Su, bir bileşik değil, yaşamın bizzat kendisidir. Gökyüzüne bakın: Kümülonimbus tipi bir bulut 300 bin tona ulaşan su taşıyabilir. Bu devasa kütlenin damla damla, kontrollü şekilde yeryüzüne indirilmesi doğanın en hayranlık uyandıran mucizelerindendir.
Suyun benzersiz ısı kapasitesi ise yaşamın sessiz koruyucusudur. Vücut ısımızı 37°C’de tutmak hayatiyken, su fazla ısıyı emerek bizi aşırı ısınmaya karşı korur. Donmuş hali olan buzun sıvı halinden daha hafif olması ise adeta ayrı bir mucize… Eğer buz dibe çökseydi, göller, denizler dipten donar ve su altı yaşamı olmazdı. Su molekülünün yoğunluğu ve akışkanlığı da yaşamın ince ayarıdır. Biraz daha yoğun olsaydı, bitkilerin en tepelerine kadar su taşıyan kılcal borular çalışamaz, bitkinin yaşaması imkânsız hale gelirdi.
Yağmur düştükten sonra toprağın katmanlarından süzülerek yeraltında birikir, filtrelenir ve belirli bir basınca ulaştığında tertemiz kaynak suyu olarak yüzeye çıkar. Ne yazık ki insanlık, toprağı kirlettiği gibi bu saf kaynağı da kirletmeyi başardı.
Su; kandan tükürüğe, eklem sıvısından gözyaşına kadar vücudumuzdaki her sıvının temelidir. Gözyaşında bulunan lizozim enzimi, gözlerimizi enfeksiyonlardan koruyan güçlü bir savunma hattıdır. Eklem sıvısı ise her adımda, her harekette bizi sürtünmeye karşı korur.
Denge bozulursa, suyun yokluğu sadece susuzluk değil; felaket demektir. Temiz su kaynaklarının azalması, toplumları yerinden eden göç dalgaları ve çatışmalar derin bir karmaşa anlamına gelir. Su sadece bir meta değil, yaşamın mutlak kaynağıdır. Suyun değerini ancak kaynaklar kuruduğunda fark eden bir medeniyet, aslında kendi sonunu hazırlıyor demektir.
Çünkü suyu kaybetmek, yaşamın dengesini kaybetmektir...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.