Şadiye ÖZTÜRK

Şadiye ÖZTÜRK

TASAVVUFUN İÇ KAYNAKLARI

Her kültür ve medeniyet, temelde bir kitaba ve onun açıklayıcısı olan bir tebliğciye dayanır. Şüphesiz ki İslam kültürünün de kaynağı da Kur'an ve onun yorumcusu olan Hz. Muhammed (s.a)'in sözü olan sünnete dayanmaktadır. Tasavvufta ilk dönemlerde İslam kültür ve medeniyetinin ruh cephesini inceleyen ilmi bir disiplin ve kültür kurumu olarak ortaya çıkmıştır.
Takva, Tevekkül, Allah korkusu, züht ve dünyanın geçiciliği, murakabe, sabır, tefekkür, zikir, şükür, ihsan, rıza ve mücahede gibi birçok tasavvuf terimi, Kur'an ve sünnette geçmekte, yer-yer bunların mahiyet ve ölçüleri anlatılmaktadır. Zikrettiğimiz kavramların anlam hudutları, bizzat Hz. Peygamber ve Ashabının ibadet hayatlarında ki uygulamaları ile belirlenmiştir.
Tasavvufun ilk dönem adı 'Zühd hareketi' olup kaynağı tamamen Kur'an ve Sünnete dayanmaktadır. Peygamber (s.a) sade ve mütevazı bir hayat sürdürmüş, dünya malına kendisini kaptırmamış, Sahabeleri de bu anlayışı devam ettirmişlerdir. Kur'an ve Sünnette zühde büyük önem verilmiş, dünyaya düşkünlük, hırs v tamah kötülenmiştir.
Bu gel anlayış ve yaşantıya rağmen, bir kısım sahabelerde zaman-zaman ortaya çıkan Hıristiyanlıkta ki 'Ruhbanlık' anlayışını yansıtan eğilimler, bizzat Hz. Peygamber tarafından dengelenmiş ve İslam-i çizgiye çekilmiştir. Bunun tipik örneği, sürekli namaz kılmaya, sürekli oruç tutmaya ve hiç evlenmemeye karar vermiş sahabelere Hz. Peygamberin verdiği cevaptır.
'Allah'a yemin olsun ki, ben sizin Allah'tan en çok korkanınızım. Bununla birlikte benim oruç tutuğum da olur, iftar ettiğim de. (Nafile) namaz kıldığımda olur, terk ettiğimde. Kadınlarla da evlenirim. Kim sünnetimden yüz çevirirse, benden değildir.
İlerleyen zamanlarda ilim yerine hayaller ve hisler ortaya çıkmış, her şey salt 'vasıtasız idrak ve keramet' düşüncesiyle açıklamaya çalışan dejenere olmuş bir tasavvuf anlayışı ortaya çıkmıştır. Sonuçta bugün tasavvuf adını verdiğimiz kurumun başlıca iki kaynağından söz edilebilir: İslam'ın bizzat kendi kaynağı olan Kur'an ve Sünnet, bir de yabancı kültür ve medeniyetlerdir.
Tasavvufun dış kaynakları:
Tasavvuf hicri üçüncü asırda İran'lı olan Marufu Kerhi (200) ile değişime uğramaya başlamıştır. Marufu Kerhi, Tasavvufun tarifini yaparken Zühd'ün yanına bir de 'Marifet' eklemiştir. Kerhi'ye gelene kadar 'Ne mutlu zahitlere' denirken, sonradan gelenler 'Ne mutlu Ariflere' demeye başlamışlardır. Tasavvuf tarihine derin izler bırakan İranlı Kerhi, Tarikat, Marifet ve Velayet fikrini ilk ortaya atan kişi olarak tanınmıştır.
Dış tesirlerde ikinci sırayı alan Zünnuni Mısri, hicri üçüncü asrın başlarında 'Yeni Eflatuncu' fikrin etkisinde olan Suriye ve Mısır bölgelerinde yaşamış, bu felsefenin gizli ilimleri olarak bilinen 'Sihir', 'Tılsım' ve Kimya ile uğraşarak bunları tasavvufa mezcetmiştir. Batınilik fikrini derinleştirip, geliştirerek tasavvuf düşüncesine uygulayan da odur.
Zünnun, ilk defa 'Haller' ve 'Makamlardan söz etmiş, Marifet kavramını sistemleştirmiş, İsmi Azamı bildiğini iddia etmiştir. 'Ebdal', 'Nüceba', 'Nükeba', 'Kaimun' gibi Ricalü-l gayıptan söz eden odur. 'Arif ile muamele, Allah ile muamele gibidir' sözü ona aittir.
Dışarıdan tasavvufa girmiş olan 'Fena' fikrinin babası da 'Ebu Yezit el Bestami (261)'dir. Batılı araştırmacı Nicholson'a göre 'Fena fikri, kesinlikle Hinduizm asıllı olup, onlarda ki 'Nirvana' düşüncesinin aynıdır. Bestami, bu fikirleri Hind asıllı Hocası olan Ali es Sindi'den almıştır.
Tasavvufa dışarıdan fikir sokanların başında ise, 'Hallac' gelmektedir. Araştırmacılar 'Hulul' akidesinin, onun aracılığı ile tasavvufa girdiğine hem fikirdirler. Ateşe tapan bir Zerdüşt'ün torunu olan Hallac, nazari anlamda değil, tatbiki olarak 'Hululden' söz eden kişidir. Hallac, 'Nuru Muhammedi' nazariyesi ile dinlerin birliği fikrini ortaya atmıştır.
Araştırmacılara göre yine tasavvufa dışarıdan fikir taşınlar olarak şu sofilerin adı geçmektedir: Sühreverdi(585), Feridüddin el Attar (618), İbn'ül Farid (632), İbn Seb'in (669), Mevlana (672), Afifüddin el Tilmisani (690) ve Abdülkerim Cili (805) gibi şahsiyetler olmuştur. Bazı araştırmacılarda tasavvufun daha çok Şia'dan etkilendiğini söylerler.
Tasavvuftaki 'Fena'nın kaynağı olarak gösterilen Budizm de ki Nirvana'yı' şöyle tarif etmişlerdir: Nirvana sönme demektir. Bütün düşünce, irade ve duyumlar ortadan kalkınca Nirvana ulaşılmış olur. Budist Yogi (salik) sadece Nirvana ulaşmayı ister. ( Tasavvuftakiler de dünyayı ve ahreti terk ettiklerini, cennet ve cehennem kaygısı çekmediklerini, ölmeden sadece Allah'a ulaşmayı dilediklerin ve onda fani olmak istediklerini söylerler.) İkinci merhalede her türlü düşünce ve hükme karşı kayıtsızlık başlar. Zihin hayatı durur, sadece duygu hayatı kalır. Üçüncü merhalede ise her şey, bu arada duygu da kaybolur. Bu dünyada ölmektir. ( Bu fikri bizim tasavvufçular 'Mutu kalbe en temutu' (Ölmeden evvel Ölün) diye ifade ederler.)
Tasavvufçuların, aşağıda sayacağım konularda dış kaynaklardan etkilendiğine bu bapta araştırma yapan herkes hem fikirdir:
1- Fena nazariyesi, Fena fillah. (Allah'ta yok olmak.)
2- İlham, keşif ve marifete ulaşabilmenin yöntemi olan Riyazet ve Mücahede usulleri.
3- Rabıta, Hint kökenli, Yoga'dan devşirme bir bid'at.
4- Nuru Muhammedi nazariyesi. İlk önce yaratılan Nur.
5- Vahdeti Vücut. Varlığın birliği nazariyesi.
6- Velayetin Nübüvvetten üstün olduğunu iddia etmeleri.
Buraya kadar yazdıklarımdan çıkan sonucu şöyle özetleyebilirim:
Tasavvuf, hicri üçüncü asırdan itibaren bireysel de olsa İslam'ın sınırlarının dışına taşmaya başlamıştır. Bu durum, M. Arabiye kadar dış tesirlerden etkilense de İslam'ın çerçevesini önemli ölçüde aşmayacak şekilde özümsenmiştir.
Fakat İbn Arabî ve onu izleyenlerde Yeni Eflatuncu felsefenin tesirinin kuvvetli olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle İbn Arabî ve sonrasında İslam-i renk belirsizleşmiş; artık bu dönemde tasavvuf, felsefi üslupla kaleme alınmış, keşif ve ilham ürünü olduğu söylenen metafizik anlatımlar göz önüne çıkmıştır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Şadiye ÖZTÜRK Arşivi