Hayat kimine gülerek merhaba diyor, kimine hüzünle, kederle, elemle, kimilerine de değişik ve farklı duyguları yaşatarak merhaba diyor. Gün ağarıyor, uyku bitiyor ve hayatla mücadele başlıyor.
Akıllar, düşünceler, fikirler ve o yeni başlayan günle ilgili yapılan planlar. Her gün yeni bir umut, yeni bir heyecan hatta şevkle başlayan beklentiler. Farklı duyguları bir arada yaşamakta mümkün.
İnsanların yaşama sarılmaları da değişik, farklı davranışlarla örtülü. Gelecek kaygısı taşımadan hayatı yaşayanların sayısı, bir elin parmakları kadar desek yerinde olur sanırım içinde bulunduğumuz toplumda. Onlara ne mutlu ki tasasız yaşıyorlar...
Ancak keşke şu insanlar nefislerine mağlup olmasalar! Olmasalar ne olurdu Olmasalar kesinlikle kavga etmelerine gerek olmayacaktır. Şeytan da nefiste yer buluyor ve insanları hep o hassas yerinden kullanıyor. İşte erdem, sabır, hoşgörü, iyi niyet ve güzel ahlakta burada anlam buluyor.
Hayatın magazinsel tarafı insanların reklâmlarla aldatıldığı, gerçeklerin kamufle edildiği bir alanı. Hâlbuki hayat gerçekte çok farklı ve hiç de magazin programlarında olduğu gibi gül pembe değil.
Hayat çok büyük tecrübelerin yaşandığı, soyutla somutun sentezlendiği bir anafor. Anlamak lazım. Anlamak için görmek gerek. Görmek içinde çevrenizde olup bitenlere duyarlı şekilde bakmak gerekir. Hayatı sorgulamak gerekir.
Sokrates’in bir sözü var. Sorgulanmayan hayat yaşamaya değmez. Evet, hayatı sorgulamalıyız. Yaşadığımızın farkına varabilmek için sorgulamalıyız.
Akıllı varlık insan, aklının gereği olan sorgulama, mukayese, düşünme, idrak gibi yeteneklerini burada kullanmalıdır. Kullanmalıdır ki iyiyi kötüden ayırt edebilsin. Doğruya, güzele ulaşabilsin. Aklın gereğidir sorgulamak, mümeyyiz ve fariğ olmanın da önemli emaresidir.
O nedenle de kişiler hayatlarını sorgulamalı. Bunu hem genel mana da bütün bir yaşamını, hem de yaşadığı ülke ve politika gereği ortamı sorgulamalıdır.
Zaten Sokrates’te sorgulanmayan hayatın yaşamaya değmeyeceğini vurgulaması da aklın hareketiyle ilgilidir diye düşünüyorum. Hayatı sorgulayalım.
Bedeni için yaşayan insanların ruhlarının zayıflayacağını biliyorsunuzdur. O halde bedeni ruhla yani maddeyi mana ile bütünleştirmeliyiz. Bu da aklın bir yoludur.
Geçici hevesler ve baki olmayan iktidarlar için kavga etmenin hiç kimseye bir şey kazandırdığı görülmemiştir. Kavganın galibi olmaz. Belki yere yıkılan kaybetmiş gibi görünse de kazanan yok, kaybeden herkestir.
Dünyevi hayatın vazgeçilmezleri insanları inandığı doğrulardan, iman ettiği inançlardan, kendine insani vasıflar kazandıran bütün güzelliklerden uzaklaştıra biliyor. Ortak ideal, dava, mefkûre her şey insanların nefislerindeki kişisel ihtirasların şeytana alet olmasıyla birlikte bitiyor ve tükeniyor.
Şöyle yaşantınızı bir gözden geçirin. Bakın kimler gelmiş, kimler geçip gitmişler. Ne servetler ne şöhretler ne güç sahibi insanlar gelip geçmiş bu hayattan. Bu dünya Sultan Süleyman’a kalmadı. Ancak bazı insanlar ölümlü olduklarını unutuyorlar ve burunları havada geziyorlar.
Kime ne kalmış! Kalmamış, kalmıyor da. Ölüm de var bu hayatta. Onu yok saydığınız an veya unuttuğunuz an biliniz ki kaybetmeye adaysınız.
Hayat bir ibret sahnesi. Kimileri izler geçer, kimileri de izlerken ibretler alıp kendine dersler çıkarır. İzleyip geçenlerden olmayın. Köprü kurmanız gereken yere duvar örmeyin ki bağlantı kesilmesin.
Makamların ve mevkilerin de geçici olduğunu söylemeye gerek yok. Güç sarhoşluğu yoldan çıkarmasın sizleri, zira sarhoşluk aklın kontrolden çıkması demektir.
O sebeple düşünmeli, idrak yeteneğini harekete geçirmeli, sorgulamalı ve aklı kendimize yol gösteren kılavuz yapmalıyız. Ruhları köle, gönülleri tutsak olmaktan çıkarmalıyız.