“Alkollü sürücü dehşeti.”
“Mersin'in Anamur ilçesinde, M.Ç.'nin alkol aldıktan sonra araçta tartıştığı babası Mehmet Ali Ç.'yi tüfekle vurarak öldürdüğü öğrenildi.”
“Burdur’da alkol alıp pompalı tüfekle havaya ateş açan Kasım K…”
“Ankara'da kendi ürettiği alkolden tükettiği iddia edilen bir kişi, sokak ortasında yürürken rahatsızlanarak hayatını kaybetti.”
“Parkta alkol aldıkları sırada polislerin kimlik sorgulamasına tepki göstererek cinayet işlediler.”
“Urla’daki bir eğlence merkezinde, kapanış sonrası alkol talebi üzerine çıkan silahlı kavgada 3 kişi yaşamını yitirdi. Olayla ilgili 12 şüpheli gözaltına alındı.”

Söz konusu haberler, son günlerde ülkemizde alkol kullanımına bağlı olarak yaşanan olayların basına yansıyan örneklerinden birkaçını oluşturmaktadır.

Günümüzde aile içi şiddet ve cinayetlerden trafik kazalarına, gençler arasında yaşanan kavgalardan cinsel saldırı ve şiddet olaylarına kadar birçok trajik olayda ortak bir unsur dikkat çekmektedir: Alkol ve madde kullanımı. İstatistikler açıkça göstermektedir ki, şiddet olaylarının ve cinayetlerin önemli bir bölümünün arkasında alkol ve madde bağımlılığı yer almaktadır.

Bugün Anadolu’nun en muhafazakâr bölgelerinde bile aileler, çocuklarının bu bağımlılıklara sürüklenmesi ihtimali karşısında derin bir endişe duymaktadır. Alkol ve madde kullanım yaşının 11’e kadar düştüğü gerçeği, toplumumuz için büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Bu durum, bağımlılığın ne kadar yaygınlaştığını gözler önüne seren çarpıcı bir tablo niteliğindedir.

Tarihsel olarak bakıldığında, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk dönemlerinde Ali Şükrü Bey tarafından sunulan Men-i Müskirat (alkollü içkilerin yasaklanması) Kanunu ile başlayan alkol tartışmaları, zaman içinde ideolojik tartışmaların gölgesinde kalmış, konunun halk sağlığı ve toplumsal boyutu çoğunlukla ikinci plana itilmiştir. Ne yazık ki o günden bugüne artan alkol tüketimi; birçok ailenin dağılmasına, masum insanların trafik kazalarında hayatını kaybetmesine ve önlenebilir cinayetlerin işlenmesine zemin hazırlamıştır.

Alkol ve madde bağımlılığının toplumda yayılmasında çeşitli etkenler rol oynamaktadır: Kapitalist sistemin insan sağlığı yerine kârı öncelemesi, medyada alkolün sorun çözücü bir araç gibi sunulması, toplumda rol model olarak görülen kişilerin bu bağımlılığı normalleştirmesi, sosyal medya ve dijital oyunlar aracılığıyla gençlerin bu sürece maruz kalması… Ayrıca, devlet ricalinin (yöneticilerinin) alkolü modernleşmenin bir göstergesi gibi sunması; hatta uzun yıllar boyunca devlet kurumları eliyle alkolün üretilip pazarlanması ve reklamının yapılması da oldukça düşündürücüdür.

Kırk yaş üzeri vatandaşlarımız hatırlayacaktır: Bir dönem, askerlere izin ve terhislerinde ücretsiz olarak kilolarca "asker sigarası" dağıtılırdı. Bugün ülkemizde artan kanser vakalarıyla bu geçmiş uygulamaların bağlantısı olup olmadığı sorgulanmaya değerdir.

Bu tablo, Nasrettin Hoca’nın meşhur fıkrasını hatırlatmaktadır: Kış günü bir köye giden Hoca, köpeklerin saldırısına uğrar. Taş atmak ister ancak donmuş toprakta taş bulamaz. Şaşkınlıkla, “Bu nasıl köy, taşları bağlamışlar, köpekleri salmışlar” der hayretle.  Günümüz hukuk sisteminde de benzer bir çelişki yaşanmaktadır. Önleyici (seddi zerâi) tedbirler almak yerine, her şey serbest bırakılmakta hatta kimi zaman teşvik edilmektedir. Ancak felaketler yaşandıktan, canlar yandıktan sonra hukuk devreye girmekte; o zaman ise ne yazık ki çok geç olmaktadır. Hoca’nın fıkrası, bugün tam da bu durumu anlatmaktadır.

Her köşe başında kolayca ulaşılabilen alkol, özellikle gençlerimiz için büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Bu nedenle yalnızca ilgili kurumlara değil; ailelere, öğretmenlere ve tüm topluma önemli sorumluluklar düşmektedir. Bu sorunun görmezden gelinmesi, geleceğimizi tehlikeye atmaktır. Artık vakit, görmezden gelmeyi bırakıp harekete geçme vaktidir.