
Şadiye ÖZTÜRK
TEHLİKENİN FARKINDA MISINIZ
İki ayrı fotoğrafı birlikte değerlendirelim. 2011 yılında Van İlimizde meydana gelen depremde yaşananlar acımıza acı kattı, yüreklerimiz yandı Devletimiz yapılması gereken her şeyi yaptı. Kurtarma ekipleri, sağlık görevlileri, tüm birimler olağan üstü gayretlerle enkaz altındaki sağ kalan vatandaşlarımızı kurtardılar. Depremzedelere çadırlar kuruldu, anında sıcak yemekler dağıtıldı. Türk Milleti büyüklüğünü bir kez daha gösterdi, ülkemizin dört tarafından ayni ve nakdi yardımlarla Vanlı kardeşlerimizin yanında olduk. Aynı acıyı, aynı sevinci, aynı duyguları yaşayanların bir millet olacağını dünyaya gösterdik. Fakat depremzedeler can derdiyle uğraşırken birtakım insanlıktan uzak mahlukar kuyumcuları, mağazaları, marketleri, ülkemizin dört bir yanından depremzedelere giden kamyonları yağmaladılar. Yaşadıklarımız karşısında adeta nutkumuz tutuldu. Bir yanda yakınlarını kaybedenler, biryanda hala toprak altında kurtulmayı bekleyenler, diğer tarafta gelen yardımları ve dükkanları talan edenler… Gördüğümüz bu manzara karşısında bazı sorgulamaları yapmamız gerektiğine inanıyorum. O anda bunları söylemenin yeri değildi ama şimdi düşünmemiz gerekiyor. Sonsuz şükürler olsun ki hepimiz Müslümanız. Bizim en büyük zenginlik kaynağımız imanımızdır. Yüzde doksan dokuzu Müslüman olan ülkemizde ve Van ilimizde bu insanlık dışı olayları yapanları nereye koyacağız Bu olaylar karşısında din eğitimimizi, eğitim sistemimizi, birçok kurumumuzu sorgulamamız gerekmiyor mu
İbretle bakmamız gereken diğer fotoğraf aynı yıl Japonya'da yaşandı. Dünyada meydana gelen depremlerin en şiddetlisinde Joponlar büyük bir insanlık ve ahlak örneği gösterdiler; binlerce can kaybına rağmen hiçbir yağma, talan, kargaşa yaşanmadı. Televizyonlarda seyrettik, kuyruğa giren Japon depremzedeler bir ekmek, bir pet şişe su almak için saatlerce beklediler. Hiçbir taşkınlığa meydan vermediler. Kuyrukta itişme olmadığı gibi öne geçmek isteyenlere öndekiler eğilerek, selamlayıp yer verdiler. Gördüğümüz bu manzaradan çok etkilendik. Elbette olması gerekeni yapıyorlardı, peki bizde niçin bu insan sevgisi, bu saygı yok Van'daki yağma, talan, kargaşa Müslüman olmayan Japonlarda yok. Burada yöneticilerimiz, toplum bilimcilerimiz, sivil toplum kuruluşlarımız, tarikatlarımız, cemaatlerimiz, aydınlarımız durup düşünmesi gerekmiyor mu TEHLİKENİN FARKINDA MIYIZ TOPLUM OLARAK NEREYE GİDİYORUZ, SONUMUZ NE OLACAK Gördüğümüz manzaralardan sonra ortaya çıkan sonuç: Müslüman olmayan Japonlardaki insan eğitimi, ahlak ve seciye, Müslüman ülkelerden daha iyi. '' Kendin için istediğini başkaları içinde isteyin, Müslümanın derdiyle dertlenmeyen bizden değildir, imandan sonra en büyük emir kul hakkıdır'' ilahi emirlere rağmen islam ülkesinde depremde nasıl yağma yaşanır Demek ki din eğitimimizde ve eğitim sistemimizde çok büyük yanlışlıklar var. Bu tahlilleri yapması gereken akademisyenlerimiz ve aydınlarımız gelecek kaygısıyla bildikleri halde konuşamıyorlar. Elbette ki bahsettiğimiz konu uzun yılların sonucudur ama ortada bir gerçek var; çok partili hayatta, cumhuriyet tarihinin en uzunu olan, ülkemizde on üçüncü yılına giren bir iktidar var. Bu iktidar geldiğinde yedi yaşında olan çocuk 20, on yaşında olan bir çocuk 23, on beş yaşında olan çocuk 28 yaşına girdi. Yetişen yeni nesil iktidarın eseridir ve eğitimde başarılı olunmadığının açık bir göstergesidir bu.
Amacımız birilerini suçlamak değildir. Bir problemde durumu tespit etmek çözüme giden ilk adımdır. Ne yazık ki insanımızın inşasında, eğitim donanımında büyük eksiklikler var. Günlük hayatımızda hastaneden, bankaya nereye gidersek yani nerede kalabalık varsa orada kurallara uymayanları görmekteyiz. Atamalardan, günlük hayattaki yaşantımızda hak eden değil torpili olanların işi önce yürüyor. Oysa adalet ve kul hakkına riayet dinimizin imandan sonraki en büyük uyulması gereken emirleridir. Van depreminde yaşanan hırsızlık olayı ise tamamen insanlık dışı bir durumdur. İnsanlarımız bu hale nasıl geldi Bunun cevabını aramalıyız. Eğer bir Müslüman atamalarda kendisinden daha liyakatli insanlar, atandığı kuruma atanmak için kendisiyle birlikte başvurduysa ve kendisi atandıysa kul hakkı yemiş olmuyor mu Hastanede vatandaşlar sıra beklerken kendisi birileri aracılığı ile herkesten önce işlemleri yapılıyorsa yine kul hakkı yemiş olmuyor mu Devletin her kademesindeki yöneticilerimiz devletin itibarını kullanarak veya başka yollardan zenginleşiyorsa yine kul hakkı yemiş olmuyor mu BÜTÜN SİVİL TOPLUM KURULUŞLARIMIZ, TARİKATLARIMIZ, CEMAATLERİMİZ, DİNİ VE EĞİTİM KURUMLARIMIZ KENDİLERİNİ SORGULAMALARI GEREKMİYOR MU, NASIL BİR İNSAN YETİŞTİRİYORUZ
Biz durumumuzu, ahlakımızı düzeltmezsek bakın bizi neler bekliyor Maide suresi 54. ayette: '' 'Ey iman edenler! İçinizden kim dininden dönerse, şunu (iyi) bilsin: Allah onun yerine öyle bir kavim getirecek ki, Allah onları sever; onlar da Allah'ı severler, Mü'minlere karşı yumuşak gönüllü, Kafirlere karşı onurlu ve başları yukardadır; Allah Yolunda mücadele ederler (ölüme atılırlar), dil uzatanın kınamasından korkmazlar. İşte bu, Allah'ın ihsanıdır. Onu dilediği kimseye verir. Allah'ın İhsanı geniştir, her şeyi bilendir' der. Bu Ayet nazil olduğunda henüz Türkler Müslüman değillerdi. Bu ayetle asırlar sonra İslam'ı kabul edip bin yıl bayraktarlığını yapan ve İslam dinini üç kıtaya yayan Türklerin olduğunun anlaşıldığını bir çok alim ifade eder. 'Said-i Nursi; 'Bu Ayeti okuduğumda, vallahi bu Ayet Türklere işret ediyor dedim' diyor. Vani Mehmet Efendi, Elmalılı Hamdi Yazır, Ömer Nasuhi Bilmen, Celal Yıldırım gibi tefsir alimleri de aynı görüştedirler.
Allah İslam'ın bayraktarlığını Araplardan alarak Türk Milletine verdi. Türk Milleti bin yıldır şanla, şerefle İslam'a hizmet etti. Dört yüz yıl haçlı seferlerine kendini siper etti, bütün İslam milletlerini korudu. İslam'ın dünyaya yayılmasına vesile oldu. İslam'ın bayraktarlığı şerefine Türk Milleti nasıl erdi Bunun cevabı bugünkü durumumuza da ışık tutacaktır. Türkler, İslam'dan önce gök tanrı, tek ilah inancını yaşıyorlardı. Yüksek bir ahlak ve seciyeleri vardı. Çok dürüstlerdi, verdikleri sözü tutamazlarsa canlarına kıyıyorlardı. Namus, vatan, devlet, insana saygı ( kul hakkı), töreye saygı, misafir için canlarını veriyorlardı. Türkler Müslüman olmadan önce Türkistan'ı gezen ünlü Arap seyyahı İbn-i Batuta, Türklerin tek eşle evli olduklarını, çok dürüst, namuslu, misafirperver, ahlaklı, çok çalışkan bir millet olduklarını anlatır. Anılarında yaşlı bir Türk Bilgesine: '' Buralarda ahlaksızlık olur mu '' diye sorar. Türk: ''Ben hiç görmedim, duymadım. Türkistan'da bunlar olmaz, buna asla izin vermeyiz, eğer öyle bir durum yaşansa ahlaksızlık yapanın ayaklarından iki atın kuyruğuna bağlar, atları zıt yönde koşturur onu parçalarız'' der. İşte bu yüksek ahlakı, çalışkanlığı, erdemli hayat tarzı yüzünden Allah, Türk Milletini İslam'la şereflendirdi. Ahlaken zayıflayan Arapların elinden İslam'ın bayraktarlığını aldı, Türklere verdi. İslam'ın bin yıldır bayraktarı yaptı. Şimdi YAŞADIĞIMIZ AHLAKİ ZAFİYETLERLE İSLAMIN BAYRAKTARLIĞINI KAYBEDEBİLİRİZ. BİZDEN DAHA DÜZGÜN, DAHA AHLAKLI, DAHA ÇALIŞKAN, DAHA ERDEMLİ YAŞAYAN JAPONLARA İSLAMİYET VE BAYRAKTARLIĞI NASİP OLURSA ŞAŞIRMAYALIM.
Çare nedir Çare yeniden özümüze dönmeliyiz. İnandığımız gibi yaşamalıyız. Selçuklu-Osmanlı dönemlerinde yaklaşık dört yüz yıl dünyayı adalet ve huzurla yöneten atalarımıza layık olmalıyız. Çare, eğitim ve dini eğitimimizi sorgulayarak yetişen yeni nesillerimizi tarihimizde gördüğümüz, aslında özümüzde olan ahlaklı, erdemli, çalışkan ve saygılı birer birey olarak yetiştirmektir.
Selam olsun insanlara saygılı olanlara. Selam olsun adaletten ayrılmayıp, kul hakkına riayet edenlere, selam olsun ''Kendisi için istediğini başkaları için de isteyenlere.''
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.