Elektrikle 8-9 yaşlarında tanışmış,

TV için ise bir yıl daha beklememiz gerekmişti.

O vakitler tek kanaldan, günde 5 saati geçmeyen, siyah beyaz yayın yapılırdı.

Efsunlanmış gibi TV karşısında çivilendiğimiz o zamanlar; ekranda yan yana yürüyen, el ele tutuşan çiftlerin, mutlaka evli olduklarını zanneder ya da evli olmaları gerektiğini tasavvur ederdik. Birbirleriyle sarılıp koklaştıklarında ise, mahçup ve utangaç...

Kafamızı öne eğerdik.

Şimdi, değil TV’lerde; sokaklarımızda sarmaş dolaş gezen, nikahsız yaşayan, bir üst katımızda oturan nikahsız çiftler bile kimseyi rahatsız etmiyor, utandırmıyor.

Ailenin birinci şartı olan nikah ise itiliyor, kakılıyor ve aşağılanıyor.

Sinemaskop projeksiyonlarla sunulan göz kamaştırıcı nikahsız beraberliklere kıyasla; nikah ve Aile; adeta sarayın yanındaki köhne gecekonduya döndü.

Artık göze batan bu gecekonduyu bir an önce moloz yığınına çevirmek isteyenler kervanına, maalesef Aile Bakanlığı da dahil oldu.

Devasa bütçeli bu teşkilat, bir tutku iştahıyla tahribat için çalışıyor.

Aileler birer birer devriliyor, yuvalar üçer beşer dağılıyor,

Gençler; evden, evlilikten, nikahtan... Ateşten kaçar gibi kaçıyorlar...

Ama ne gam!

Kendi ismine bile ihanet eden bu teşkilat, haala feminist besteler notaya alıp; güçlü kadınlar, ezilmiş erkekler türküsü çığırıyor.

Mübarek aile bahçesini fil ayaklarıyla tarumar edenlerin, kime hizmet ettiklerini bilmek mümkün değil...

Temenni edelim de;

TV karşısında utanıp, mahcubiyetle başını eğen fertler yok olmasınlar.

Yoksa; iffet ve haya toptan buhar olmuş demektir.

İffet ve hayanın kalmadığı bir cemiyetin ise ;

- kafası yerden kalkmaz.

- Aileler ayakta duramaz,

- Yuvalar iğneli fıçıya döner.

Görünen o ki; felaket çoktan kapımızı çalmış.

Rabbim, önce yöneticilerimize olmak üzere daimi feraset versin...

 

 

***

 

Bir 10 kasımı daha, bildik törenlerle ve tanıdık merasimlerle geçirdik.

En çarpıcı görüntü ve röportaj yarışı içindeki TV kanalları; yine zengin örnekler sundular seyircilerine...

"Bizi yoktan var etti" diyen de vardı,

" O olmasa olmazdık" diyen de.

"Ben babama bile bu kadar ağlamadım" diyene de rastladık,

hıçkırıktan konuşamayana da.

Ölümünden 83 sene sonra bile hiç görmedikleri bir Devlet büyüğü için, bu derece sevgi, saygı ve hasret duyulmasının başka bir yerde ve başka bir örneği var mı bilmem ama elbette önemli bir durum bu.

Peki bu sevginin kaynağı ne sizce

- Ata ve Ecdat sevgisi ise Padişahlar neden reddedilir

- Tarih sevgisi ise; 1919 öncesi muhteşem geçmişimiz neden kabul görmez

- Türk töresi icabı ise; Tarihe hükmetmiş, Dünyayı zapt etmiş ve çağ açıp çağ kapamış nice Devlet büyüğümüze neden küfür, hakaret ve iftira edilir ...

Ben anlayamadım, anlayamıyorum ve anlayamayacağım vesselam... ( H.M )