Bu hafta yine doğa sporları için rotamızı bildik, tanıdık bir yere, Eğribucak Köyü Kanyonuna çevirdik. Namı diğer “Dünyadaki Mars”. Bundan iki hafta önce ise hemen yakınındaki Emirhan Köyü Kayalıklarında idik. Her iki yer de sadece Sivas’ın değil, ülkemizin eşsiz doğa harikalarından. Geçtiğimiz yıl bu güzellikleri daha görünür kılmak adına Sivas Valiliği tarafından bir çalışma başlatıldı. Bizler de bu sürece davet edildik, yürüyüş rotaları ve doğada yön bulma konusunda birkaç kez ilgili kişilere bilgilendirmede bulunduk.
İlk günden beri kişisel düşüncemiz açıktı: "Bu güzelliklere mümkün olduğunca az dokunalım." Ancak Sayın Valimiz, kalıcı ve sağlam bir eser bırakma düşüncesindeydi. “Gelen yabancı da yolunu bulabilsin,” diyordu. Düşünce güzel, niyet yerinde ama gelin görün ki, ortaya çıkan tablo ne doğayı koruyor ne de kalıcı bir eser niteliği taşıyor.
Son faaliyetlerimizde üzülerek gördük ki, tanıtıcı levhalar rüzgâra yenik düşmüş, harf namına bir şey kalmamış. Açıklayıcı yazılar güneşin altında kavrulmuş, neredeyse harfler silinmiş, okunmaz hale gelmiş. Rota göstergeleri ya yönsüz, ya da gelişigüzel monte edildiğinden rüzgâr gülü gibi dönüyor. Kimisi yön gösteriyor, kimisi bilinmezi. Bazı yön levhaları, özellikle Eğribucak’ta olanlar yanlış yönlendirmeden dolayı hayati risk taşıyorlar. Tırmanma merdivenleri oldukça basit ve ıslak ve don olduğu zamanlar olmasa daha iyi olur denilecek cinsten olmuş. Sözün özü; kamu kaynağı heba olmuş. Yazık.
Aslında mesele sadece birkaç levhanın sağlam olup olmaması değil. Daha derin bir sorunla karşı karşıyayız: "Görüntü var, içerik yok" anlayışıyla yapılan işler. Yukarıdan bir emir geliyor: “Kalıcı bir eser olsun.” Aşağıdakiler de "emir yerine gelsin" diye işi bitiriyor ama öylesine. Sonuçta ne istenen eser ortaya çıkıyor ne de verilen emek yerini buluyor.
Oysa örnek alınacak yerler çok. Avusturya ve İsviçre dağlarını dolaşan veya oraların internette yayınlanan videoları izleyen herkes bilir: Yüzlerce yürüyüş rotası, renkli ve kalıcı boyalarla doğrudan kaya ve sağlam nesneler üzerine yapılmış işaretlerle donatılmıştır. Levhalar sağlam, yönlendirmeler açık ve anlaşılırdır. Bunlar yüzlerce kilometrelik alanlara yayılmıştır. Bizde ise toplam uzunluğu birkaç kilometreyi bulmayan rotalarda bile işler bu kadar dağınık olabiliyor maalesef.
Hatta uzun araştırmalara gerek bile yok; Türkiye’nin gözbebeği olan Likya Yolu örneği yanı başımızda. Birkaç kez gidip, görmüşlüğüm var. Yüzlerce kilometre boyunca sabit ve anlamlı bir işaretleme sistemi ile yürüyüşçülere yol gösteriyor. Hem doğa korunuyor, hem insanlar korunarak yönlerini buluyor. Yüz binlerce insan yıl boyu bu rotaları kaybolmadan kullanıyor, doğanın sessizliğinde huzur içinde, kendini dinliyor.
Doğaya dokunmak bir marifet değil. Dokunup, tahrip etmediğimiz yer kalmadı neredeyse. Asıl marifet, doğayı anlayarak dokunabilmek. Kalıcı eser, tabela çakmakla olmaz, doğaya ve insana saygıyla olur. Umarız bundan sonraki projelerde amaç, gerçekten maksadına ulaşır.